loader image

Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 8 Temmuz 2014 Grup Konuşması

Hanımefendiler, beyefendiler; AK Parti haftalık Grup Toplantısının açılışında hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Grup Toplantımızın ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.

Toplantımıza katılan tüm misafirlerimize de hoş geldiniz diyor, heyecanlarından, coşkularından, ahde vefalarından dolayı her birine teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 1 Temmuz’da gerçekleştirdiğimiz toplantıyla AK Parti Grubu olarak cumhurbaşkanı adayımızı kamuoyuna duyurduk. Bir kez de burada AK Parti Grubunda tüm milletvekili arkadaşlarıma şahsımı Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci cumhurbaşkanlığına aday göstermeleri sebebiyle teşekkür ediyorum.

1 Temmuz’daki aday açıklama toplantısının hemen ardından, bildiğiniz gibi biz de kampanyamızı başlattık, bir kez daha Anadolu’nun, Trakya’nın yollarına revan olduk. Allah’ın izniyle 10 Ağustos tarihine kadar 32 ilimizi ziyaret etmiş, oralarda mitinglerimizi gerçekleştirmiş olacağız. Önümüzdeki 32 günlük süreçte gerek iftar sofralarında, gerek diğer vesilelerle milletimizle yoğun şekilde buluşacak ve kucaklaşacağız.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin ilk mitingini 5 Temmuz günü Samsun’da yaptık, Kurtuluş Savaşı’nın meşalesinin yakıldığı Samsun’dan biz de yeni Türkiye’nin kapılarının aralanacağı o kutlu yürüyüşün ilk adımını attık. Samsun’da gerek miting sırasında, gerek iftar esnasında yağan yağmura rağmen çok büyük bir coşkuyla, çok büyük bir muhabbetle karşılandık. Her zaman olduğu gibi havalimanından Samsun merkeze kadar yollarda, balkonlarda, pencerelerde vatandaşlarımızın yoğun ilgisine mazhar olduk. Geceyi Samsun’da geçirdik, ertesi gün, yani Pazar günü Erzurum’a hareket etmeden önce Samsun’un Canik ve Tekkeköy ilçelerini ziyaret ettik, oralarda da birer miting gerçekleştirdik, vatandaşlarımızla hemhal olduk.

Ve ikinci durağımız şehir olarak Erzurum’a hareket ettik, Erzurum’da aynı şekilde havalimanından mitingimizin yapılacağı İstasyon Meydanı’na kadar büyük bir coşku eşliğinde yola revam olduk. Meydanda muhteşem bir kalabalık bizi bekliyordu ve onlara hitap ettik, iftiramızı yine Erzurumlu vatandaşlarımızla, kardeşlerimizle birlikte yaptık. Ardından Erzurum’daki STK’ların, sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin katıldığı bir toplantıda seçim sürecini değerlendirdik.

Değerli kardeşlerim, dün Ankara’da Seçim Koordinasyon Merkezimizi ziyaret ettik ve oradaki çalışmaları gözden geçirdik, aynı zamanda Cuma günü açıklayacağımız vizyon belgesi üzerinde de son istişarelerimizi yaptık.  Dün akşam saatlerinde Keçiören Kuşcağız Mahallesi’nde Ankara Büyükşehir Belediyemizin tamamladığı Aile Yaşam Merkezinin açılışına katıldık,  aynı zamanda Ankaralı kardeşlerimizle, Ankara İl Teşkilatımızla iftar sofrasında bir araya geldik. Bugün Grup Toplantımızın hemen ardından Denizli’ye hareket ediyor, Denizli mitingimizi inşallah yapacağız, akşam da yine bir iftar sofrasında Denizlili kardeşlerimizle bir araya geleceğiz. Yarın Tokat’tayız, ardından Yozgat’ta olacağız, hafta sonunda da inşallah Antalya ve Şanlıurfa’dayız.

Cuma günü daha önce de ifade ettiğim gibi İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde düzenleyeceğimiz bir toplantıyla Cumhurbaşkanlığı Seçimi Vizyon Belgemizi kamuoyuyla paylaşacağız. Cumhurbaşkanlığı makamına, bu göreve nasıl baktığımızı, halkın cumhurbaşkanını seçmesinin ne manaya geldiğini, cumhurbaşkanı seçilirsek nasıl bir istikamet, nasıl bir vizyon izleyeceğimizi inşallah bu belgeyle kamuoyuyla paylaşmış olacağız.  Her seçim öncesinde olduğu gibi, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de izleyeceğimiz yol haritasını kamuoyuna duyuruyor, yapacaklarımızı milletimizle paylaşıyoruz, bunu da cesaretle yazıya döküp kalıcı, bağlayıcı bir belge haline getiriyoruz.

Cuma günü vizyon belgemizi kamuoyuna açıklarken, inşallah kullanacağımız materyalleri, kullanacağımız sloganları, kampanya araçlarını da duyuracak ve artık o tarihten itibaren de daha yoğun şekilde alanları dolduracağız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, çok değerli misafirler; Türkiye’nin 10 Ağustos sürecine nasıl geldiğini, hangi badireleri, hangi sıkıntıları aşarak bugünlere ulaştığını hatırlatmakta büyük fayda var.

1 Temmuz’da adaylığımızın açıklandığı toplantıda tarihten bazı hadiseleri hatırlatmış, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ülkemizde her zaman sıkıntılı geçtiğini ifade etmiştim. Bakın, biz cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini bütün siyasi tarihimiz boyunca çok güçlü şekilde savunduk. 1993 yılında yeni cumhurbaşkanı seçilmeden önce İstanbul’da cumhurbaşkanını halk seçsin mitingi yapmıştık. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bizim için 2007 yılında ortaya çıkmış bir konu değildir, tarihi daha eskilere dayanan bir konudur.  Biz ziyaret yaptığımız süre boyunca Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve bu makamın millete yüklediği faturayı gördük, her zaman cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesini savunduk.

Bakın, 1989’da merhum Özal Türkiye Cumhuriyeti’nin biliyorsunuz 8. cumhurbaşkanı olmak istiyor, dönemin Cumhurbaşkanı darbeden emekli general Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesine karşı çıkıyor. Başka kim çıkıyor? Burası da önemli, SHP, yani dönemin CHP’si merhum Özal’ın cumhurbaşkanlığına aday olmasına karşı çıkıyor. Sayın Deniz Baykal, 1989 yılında SHP’nin Genel Sekreteri ve merhum Özal’a diktatör, sivil diktatör gibi kavramlarla hareketler ediyor ve Özal cumhurbaşkanı olursa onu oradan indiririz diye de tehdit ediyor. Hatta, SHP ve Sayın Baykal dönemin Cumhurbaşkanı darbeci generalin yanında Özal karşıtı safta yer alıyor.

Merhum Özal aday oluyor, milletvekillerinin oylarıyla da Cumhurbaşkanı seçiliyor. Gerçekten farklı bir vizyon ortaya koyuyor, vefatına kadar da vazifesini en güzel şekilde ifade ediyor.

2007 yılında biz cumhurbaşkanını seçeceğimiz zaman, işte merhum Özal’a karşı kurulan o şer cephesi bir kez daha kuruldu, daha 2006 yılında Cumhurbaşkanı seçimlerine 1 yıl varken, CHP’liler Meclisi ve milli iradeyi tehdit etmeye başladılar. Bir CHP milletvekili çıktı, mesela değişik bir ifade, bir imam hatip mezununun Türkiye’nin cumhurbaşkanı olmasının hayal olduğunu, bu hayalin gelip geçici olduğunu ifade etti, 2007. Yine 2006 yılında CHP Genel Başkanı çıktı, Cumhurbaşkanını göreve davet etti, AK Partili bir cumhurbaşkanının krize yol açacağını, laikliği tehdit edeceğini söyledi, hatta yapamayacakları, yapamadıkları sine-i millet tehdidini bir defa o zaman ortaya koydu, savundu.

Bakın, biz 2007 yılı Nisan ayında Sayın Abdullah Gül’ü adayımız olarak belirledik, burada hatırlarsanız açıkladık. Mecliste bütün usul, şartlarını yerine getirdik ve oylamalara başladık. Daha birinci turun ardından CHP 367 toplantı yeter sayısına ulaşamadığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne gittiler. Maalesef Anayasa Mahkemesi de bu hukuk cinayetini onayladı, 367 gibi bir garabeti kabul etti ve bizim Mecliste cumhurbaşkanı seçmemiz hatırlayın engellendi. Merhum Özal seçilirken 367 diye bir şart yoktu, Sayın Süleyman Demirel, Sayın Ahmet Necdet Sezer seçilirken böyle bir şart yoktu; ama biz cumhurbaşkanı seçeceğimiz zaman, karşımıza böyle anlamsız, haksız, hukuksuz bir şart çıkardılar. Hatta, dönemin CHP Genel Başkanı Sayın Baykal çıktı, Anayasa Mahkemesi 367 ile ilgili iptal kararı vermezse çatışma olur diyerek Anayasa Mahkemesi’ni ve Meclisi aleni şekilde tehdit etti.

1989’da merhum Özal’a diktatör diyen, sivil diktatör diyen, seçilirse indiririz diye tehdit eden CHP, 2007 yılında da aynı tehditleri bizim için savurdu. Tabi CHP tarihi boyunca milli iradeye karşısında hiçbir zaman değerli arkadaşlarım, yalnız hareket etmemiştir, CHP tarihi boyunca ya darbecileri arkasına almış ya da kendisi darbecilerin arkasından gitmiştir, strateji budur, taktik budur. 2007 yılında da CHP, onun yanında bazı yüksek mahkemeler, onların yanında dönemin Cumhurbaşkanı, onların yanında emekli bazı hukukçular, akademisyenler ve maalesef silahlı kuvvetler içinden bazı darbe heveslileri bizim karşımızda yer aldılar. 27 Nisan bildirisi Meclisin cumhurbaşkanı seçeceği bir dönemde yayınlandı, aleni şekilde milli iradeyi, Meclisi bu bildiriyle aslında tehdit ettiler.

Değerli arkadaşlarım, 2007 yılında CHP ve CHP zihniyeti tarafından önümüze çıkarılan engellerin hiçbirine geçit vermedik, 27 Nisan bildirisini geldiği yer geri gönderdik, milli iradeyi, yani milletin emanetini taşıyan, bunun da mesuliyetini bilen bir parti olarak, milli iradeye yönelik bu münasebetsiz tehdide gereken en sert cevabı verdik, orada asla geri adım atmadık. Meclisin hür iradesiyle cumhurbaşkanını seçmesini engelleyenler karşısında da hodri meydan dedik, Kasım’da yapılacak seçimleri Temmuz’a aldık ve derhal millete gittik.

Bu arada, siyasi tarihimiz boyunca savunduğumuz bir reformun da adımını attık, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, 5+5 şeklinde iki dönem görev yapabilmesi için anayasa değişikliğini yaptık, bunu da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirdik. Anayasa değişikliğimiz dönemin Cumhurbaşkanı tarafın, hatırlayın, veto edildi, Meclise geri gönderildi, vazgeçmedik, değişikliği Mecliste tekrar gerçekleştirdik ve yine dönemin Cumhurbaşkanına gönderdik; tabi böyle olunca halk oylamasına gidilmek zorunda kalındı.

22 Temmuz’da genel seçimlerde milletimizden yüzde 47 oy aldık, ardından 21 Ekim’de yapılan halk oylamasında da yüzde 69 ile anayasa değişikliğini gerçekleştirdik. Bugünkü takım biliyorsunuz o zaman bütünüyle yine karşımızdaydı, ama halk bizim yanımızdaydı. 22 Temmuz seçimlerinin ardından da biliyorsunuz cumhurbaşkanını seçmek için Meclisimiz toplandı, Abdullah Beyi Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçtik.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, siyasi tarihimiz boyunca olduğu gibi, son 12 yıl içinde defalarca yaptığımız gibi, hilelere, tuzaklara, komplolara boğun eğmedik, statüko ve vesayet karşısında geri adım atmadık, tehditlerin hiçbirine eyvallah demedik. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğunda duvarında “egemenlik milletindir” yazıyordu, halen de böyle değil mi? Yine böyle.  Dikkatinizi çekiyorum, İsmet İnönü döneminde, tek parti CHP’si döneminde bu ilke Meclisin duvarından kaldırılmış, Demokrat Parti tarafından bu sefer adeta kazanarak yeniden oraya konmuştur.  İşte de biz de egemenlik milletindir dedik, milletin her şeyin en iyisini, en güzelini bilir dedik ve bunun gereğini yapmanın mücadelesi içinde olduk.

Bakın değerli arkadaşlarım, 1950 seçimlerinin öncesinde Çankırı’nın Şabanözü ilçesine bir CHP heyeti gidiyor, bakıyorlar ki halk hiç tanımadığı, hiç bilmediği Demokrat Partiye gönül vermiş. CHP’li adaylar orada halka soruyorlar, yahu bu Demokrat Parti daha yeni kuruldu, bu parti daha hiçbir şey yapmadı, daha bu partiyi hiç tanımıyorsunuz, neden bu kadar seviyorsunuz diye soruyorlar. Fakat benim Çankırılı kardeşim çok enteresan cevap veriyor, verilen cevap şu: Demokrat Parti, evet, henüz bir şey yapmadı, ama CHP’lileri nihayet buraya, ayağımıza kadar getirdi ya, bu da bize yeter diyor.  İşte CHP ve CHP zihniyeti halktan, milletten bu kadar kopuktu ve tarihi boyunca da hep böyle oldu. Millet bilmez diyorlar ya, işte millet nasıl biliyor, gayet güzel ortaya koydu; CHP’yi ayağımıza getirdi ya, bu bize yeter diyor.

Burada sizlere tarihten bir başka hatırayı da nakletmek isterim.

Hamdullah Suphi Ankara’da Keçiören’deki evine kömür getiren yaşlı bir amcayı karşısına alıyor ve soruyor, amca diyor, hükümet Ankara’ya geldi, memnun musun? Yaşlı amca keyifsizce, memnunum diyor. Hamdullah Suphi ısrar ediyor, amca diyor, hakkını daha iyi koruyabiliyor musun? Jandarma, vergi memuru sana eskisinden daha iyi muamele ediyor mu? Yaşlı amca dayanamıyor cevap veriyor, evlat diyor, vaktiyle Abdülhamid zamanında paşalar bize ver dediler verdik, öl dediler öldük. Onlar gittiler, yerlerine İttihat Terakki paşaları geldi, onlar da bize ver dediler verdik, öl dediler öldük. Onlar da gitti şimdi şimdi siz geldiniz, siz de ver diyorsunuz veriyoruz, öl diyorsunuz ölüyoruz. Şimdi bekliyoruz, acaba bize ne zaman al diyeceksiniz?

Kardeşlerim, on yıllar boyunca devlet Anadolu’nun, Trakya’nın yoksul insanlarına hep ver dedi, verdiler, öl dediler, öldüler, ama hiçbir zaman al demediler. Bu millet merhum Menderes döneminde aldı, merhum Özal döneminde aldı, işte şimdi AK Parti döneminde 12 yıldır hamdolsun alıyor. Millet artık vermiyor, millet alıyor.

Bu ülkede seçkinler, elitler, siyasi, askeri, devlet gücünü elinde bulunduranlar milletten her zaman istediler, milleti adam yerine koymadılar, milletin ferasetine, basiretine, enginliğine, derinliğine hiçbir zaman inanmadılar, hiçbir zaman itibar etmediler, ama biz milletin içinden geliyoruz, biz milletin ta kendisiyiz. AK Parti’yi millet kurdu, AK Parti’nin kumaşını millet dokudu, AK Parti her zaman milletin partisi oldu ve milletle aynı istikamete baktı.

Değerli kardeşlerim, millet nasıl ki vekilini seçebiliyor, nasıl ki hükümetini tayin edebiliyorsa, ondan çok daha kolay, çok daha rahat bir şekilde cumhurbaşkanını da seçer, onu da tayin eder, ama millet tayin eder.

Bakın, CHP şu anda işte tıpkı o tek parti dönemlerinde olduğu gibi millete itibar etmiyor, milletin iyi bir seçim yapabileceğine inanmıyor. 1989’da Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olmasına karşı çıktılar, 2007’de bizim cumhurbaşkanımızı seçmemize karşı çıktılar, anayasa değişikliğine, halkın cumhurbaşkanı seçmesine karşı çıktılar, şimdi de bir şey tutturdular, siyaset üstü, siyasetin dışından bir cumhurbaşkanı seçmek için adete cumhurbaşkanı değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin vitrinine bir vazo, bir saksı seçmenin gayreti içindeler.

Arkadaşlar, soruyorum, bir cumhurbaşkanı tarafsız olabilir mi? Bugüne kadar hangi cumhurbaşkanı tarafsız olmuştur? Meclisi askerlerle kuşattırıp kendisini zorbalıkla Cumhurbaşkanı seçtiren İsmet İnönü tarafsız bir cumhurbaşkanı mıdır? 1960 darbesinin gölgesinde adayları tehdit ederek kendisini Cumhurbaşkanı seçtiren, üniformalarıyla Mecliste yemin eden Cemal Gürsel mi tarafsızdır? Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk, darbe yapmaktan mahkûm olan Kenan Evren mi tarafsızdır; soruyorum? Düşünüyoruz, şöyle bir düşünelim, tarafsız mı bunlar? Değil. Sayın Demirel, Sayın Ahmet Necdet Sezer, tarafsız cumhurbaşkanları mıydı, tarafları yok muydu? Bizzat yaşadım bunları, hepsini biliyoruz. Bunların hiçbiri siyaset üstü değil, hepsinin bir siyaseti vardı, ama siyasetleri milletle örtüşmüyor, devletle örtüşüyordu, 27 Mayıs’la, 12 Eylül’le, 28 Şubat’la örtüşüyordu. Hepsi de milletin siyasetinin karşısına kendi siyasetlerini koyuyorlar, milletin değerleri karşısına kendi değerlerini koyuyorlardı.

Bakın burada bir kez daha ifade ediyorum, eğer bu kardeşiniz seçilirse, tarafsız cumhurbaşkanı olmayacağım. İki taraf var; bir, millet, iki, devlet, milletin tarafında olan bir cumhurbaşkanı olacağım; fark bu. Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur, demokrasimizin ihtiyacı olan da budur. Bu devlet tarih boyunca her zaman milletinin devleti olmuştur, 10 Ağustos’tan itibaren inşallah bir kez daha milletinin devleti olmaya başlayacaktır.

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın; artık milletinden sürekli alan bir devlet yok, artık milletine veren bir devlet var.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle bu millet her kademede devletine hakim hale gelecek, milletin egemenliği artık tam manasıyla işlemeye başlayacak.

Arkadaşlar, CHP ve MHP yapılan her reform sırasında milleti korkutmuşlardır, korkularının ne kadar yersiz olduğu da her seferinde ortaya çıkmıştır. Şu anda da bir yetki karmaşasının olacağı, devletin işleyişinde bir aksaklık olacağı yönünde propaganda yapıyorlar. Milletim bunlara itibar etmedi, etmiyor. Bunu her zaman söylüyorum ve 77 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının her birinin de buna güvenmesini istiyorum. Seçilmiş bir cumhurbaşkanıyla seçilmiş bir başbakan Türkiye’yi asla geriye götürmez, tam tersine Türkiye’yi şaha kaldırır.

Bakın, Celal Bayar doğrudan halk tarafından seçilmiş olmasa bile, o zamanki sistem gereğinde Demokrat Parti’nin Cumhurbaşkanı olarak göreve gelmişti. Cumhurbaşkanlığında Celal Bayar, Başbakanlıkta Adnan Menderes 10 yıllık süreçte o meşum darbeye kadar Türkiye’yi şaha kaldırdılar. Uyum içinde, koordinasyon içinde aynı istikamete bakarak, aynı politikalara inanarak Cumhuriyet tarihimizde altın bir döneme imzalarını attılar. Hiç kimsenin endişesi olmasın. Seçildiğimiz takdirde ülkenin Başbakanıyla, bakanlarıyla, tüm siyasi partileriyle, tüm kurumlarıyla işbirliği içinde, uyum içinde Türkiye’yi geleceğe taşıyacağız.

Değerli kardeşlerim, Edirne’nin bir köyünden, bir mahallesinden sorumluluğumuz nedir bunu bileceğiz, Hakkâri’de nedir bunu bileceğiz ve her tarafa bugün nasıl bu hizmetleri götürdük, götürüyorsak, yarın da aynı şekilde bu hizmetleri götüreceğiz. Böyle bir mükellefiyet var mı? Evet, var. Bunda asla tereddüt olmaz. Çünkü biz devletin vitrinine saksı seçmiyoruz, vazo seçmiyoruz. Cumhurbaşkanı elbette devleti idare edecek, başkomutan olacak, devlet kurumlarının uyum içinde işlemesini sağlayacak. Ama gerektiğinde Cumhurbaşkanı Iğdır’ın, Ağrı’nın, Erzurum’un köylerinin su meselesiyle de ilgilenecek, Yavuz Sultan Selim köprüsüyle de ilgilenecek, çözüm süreciyle de, paralel yapıyla mücadeleyle de ilgilenecek.

Değerli kardeşlerim, biz hayatımızı millete hizmete adadık, her nerede olursa olsun milletin hizmetkârı olmaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli misafirler; 10 Ağustos’ta yapılacak seçimlerde AK Partililer kadar CHP’li, MHP’li, HDP’li, diğer partilerden Parlamento dışındaki vatandaşlarımızın da oylarını alacağımıza yürekten inanıyorum.

Diğer partiler çıkardıkları adaylarla seçmenlerini tam bir hayal kırıklığına uğrattılar. Burada MHP’ye gönül vermiş seçmen kardeşlerime bir hususu özellikle hatırlatmak istiyorum. MHP, bu Genel Başkan yönetiminde tarihinin en kötü dönemlerini yaşadı, yaşıyor. 1999’da koalisyon ortağı olarak Hükümete girdi, 5 yıllığına oraya geldi, biliyorsunuz tamamen edilgen, tamamen pasif bir Hükümet ortağı oldu. 3,5 dayandı, ondan sonra kaçıp gitti. 2000 yılında Meclis’te Cumhurbaşkanı seçileceği zaman MHP’nin kendi iradesiyle hareket etmesine izin vermediler. MHP’ye bir aday dayattılar, bunu seçeceksin dediler. Hatta MHP içinden bir Cumhurbaşkanı adayı çıktı, daha önce de söyledim. Meclis içinde bu adayı tartakladılar, dövdüler ve buna Devlet Bahçeli seyirci kaldı, bunu susarak onayladı. 2002’de de zaten yüzde 10 barajını dahi geçemedi, Meclisin dışında kaldı. Şu anda da MHP kendi iradesiyle hareket etmiyor. MHP, CHP’nin vagonu, Pensilvanya’nın oyuncağı olmuş. Kendisine dayatılan seçeneğe kayıtsız şartsız itaat ediyor. Allah aşkına ülkücü camia içinde cumhurbaşkanı adayı olacak kimse yok muydu? MHP içinde bu kutlu vazifeye aday olacak kimse yok muydu? Bizzat Devlet Bahçeli o kadar sıfat saydıktan sonra neden kendisi çıkıp da aday olmadı? Aslında o saydığı sıfatlara en layık olan isim kendisiydi ya, çıksın aday olsun, niye olmadı? Arkadaşlar, izzetli bir mağlubiyet zelil bir galibiyetten iyidir; bu böyle bilmemiz lazım.

Kaybedersiniz ama, izzetinizle kaybedersiniz. Hem kaybetmek, hem de izzetinizi yitirmek; olabilecek en kötü şeydir. MHP, CHP ve Pensilvanya’nın peşine takılarak hem seçimi kaybetmeyi, hem de bir kez daha bu yönetim idaresinde izzetini kaybetmeyi göze aldılar. Ülkücü camia içinden bir aday olsaydı, bir MHP’li milletvekili aday olsaydı, devlet Bahçeli kendisi aday olsaydı. Belki kazanamayacaklardı, ama en azından izzetleriyle kaybetmiş olacaklardı. Şimdi Devlet Bahçeli çıkıyor bu zilleti kendisinin CHP ve Pensilvanya’nın elinde oyuncak olmasını hakaret ederek, küfrederek örtmeye çalışıyor. Ne o hakaretler, ne de o küfürler MHP’nin bu Genel Başkan yönetiminde yaşadığı zilleti örtmeye yetmez.

Erdoğan’a siz küfredebilirsiniz, ama Erdoğan’ın aldığı terbiye size aynı dille cevap vermeye müsaade etmez. 10 Ağustos MHP seçmeninin MHP Yönetimine bir kez daha, ama bu sefer çok daha okkalı bir şekilde bir ders vermesi için de fırsat. İnanıyorum ki MHP seçmeni ihanet şebekelerinin, marjinal sol örgütlerin elinde oyuncak yapılan MHP Yönetimine 10 Ağustos’ta işte bu dersi verecektir.

Şu anda bir de tutturmuşlar Başbakan istifa etsin. Bunlar Anayasayı da okumuyorlar. Bunların yasalardan da haberi yok. Anayasa, başbakanın aday olması durumunda ne zaman istifa edeceğini zaten belirlemiş durumda. Anayasa aday olduğu zaman değil cumhurbaşkanı seçildiği zaman parti ve Meclis’le ilişiğinin kesileceğini söylüyor. Bizim adaylığımız da, adaylık sürecimiz de Anayasaya uygundur, bundan kimsenin şüphesi olmasın, hiç kimse de komik arayışların içine girmesin.

Değerli kardeşlerim, milletimizin takdir etmesi durumunda eğer Cumhurbaşkanı seçilirsek, paralel devlet yapılanmasıyla mücadelemiz kesintisiz olarak devam edecek. Bakın Pazar günü Erzurum’daydım. Değerli kardeşlerim, 30 Mart seçimlerinde Erzurum AK Parti’ye yüzde 59 oranında destek vererek paralel yapıyla mücadelede çok güçlü bir şekilde arkamızda durdu. Pazar günü Erzurum’a gittiğimizde paralel yapıya yönelik bu öfkenin devam ettiğini, bu ihanet şebekesine karşı Erzurum’un arkamızda olduğunu tekrar teyit etti. Sadece Erzurum değil 81 vilayet, 77 milyon bizden bunu bekliyor. Biz 17 Aralık’tan itibaren paralel yapıyla zaten her alanda, her kademede mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu mücadele artarak devam edecek. Cumhurbaşkanı seçilmemiz durumunda bu mücadele bir üst kademede daha kararlı şekilde ilerleyecek.

Arkadaşlar, burada şu hususu bir kez daha tekrarlamak durumundayım: Ulusal güvenliğimizi tehdit eden paralel yapıyla mücadelede küçük dirençlerin yaşandığını hepimiz biliyoruz ve görüyoruz. Özellikle yargı içinde hala meselenin ciddiyetinin tam olarak anlaşılmadığını, yargı içindeki paralellerin hala hukuksuzluk peşinde koşmaya çalıştıklarını görüyoruz. CHP ve MHP zaten bu ihanet şebekesini koruyor, kolluyor ve işbirliği yapıyorlar. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki, ne yazık ki içimizde de hala bu yapıya karşı gereken tepkiyi koymayanlar var. Kimi belediyelerde, kimi kurumlarda, bakanlıklarda cesaretle bu işin üzerine gidilmediğini görüyoruz. Arkadaşlar, devekuşu kafasını kuma gömer, o hiç kimseyi göremediği için onu da hiç kimsenin görmediğini zanneder. Milletim kimin ne yaptığını çok iyi, çok güzel görüyor. Milletim kimin sessiz kaldığını, tepkisiz kaldığını, kimin kafasını kuma gömerek ihanete göz yumduğunu, ihanete ortak olduğunu çok iyi görüyor ve biliyor. Bu ihanet şebekesine göz yumanlar, bu ihanet şebekesine karşı sessiz, tepkisiz kalanlar, müsamaha gösterenler bilsinler ki biz de, milletimiz de bunu not ettik, not ediyoruz. Millet nezdinde hiçbir eylem hesapsız kalmaz. Milletim vakti zamanı geldiğinde bunun hesabını sorar, biz de geciktirmeden bunun hesabını sorarız. İhanet şebekesi de, onun taraftarları da, ona müsamaha gösterenler de bilsinler ki eğer cumhurbaşkanı seçilirsek ihanet şebekesiyle mücadelemiz asla kesintiye uğramaz, asla rölantiye alınamaz. Seçilirsem bizzat şahsım, aynı zamanda yerime gelecek başbakan arkadaşım bu yapıyla sonuna kadar mücadele edecektir, bunun herkes tarafından bilinmesini isterim.

Sadece paralel yapı konusunda değil Avrupa Birliği adaylık sürecimiz, aktif dış politikamız, çözüm süreci, ekonomik politikalarımız hiç değişmeden hiçbir şekilde eksenini değiştirmeden devam edecektir.

Arkadaşlar, AK Parti’nin geleceğiyle ilgili olarak hiçbir tartışmaya, hiçbir endişe ve soru işaretine mahal olmadığını defalarca vurguladım. Bu konuda yapılan kulislerin, üretilen dedikoduların, üretilen fitne ve nifak girişimlerinin başarıya ulaşma imkânının olmadığını burada tekrar ifade etmek istiyorum. Partimizin kurulları var, Partimizin ilkeleri var, Partimizin çok net bir şekilde çizilmiş sınırları, kırmızıçizgileri, politikaları ve istikameti var. Allah’ın izniyle hiçbir fani bu köklü davanın istikametini değiştiremez, bunu böyle bilmemiz lazım. Bu köklü davanın istikametini değiştirmek isteyen, buna yeltenen, buna niyetlenen, kendisini siyaset tarihinin çöplüğünde bulur.

Önümüzde 1,5 ay gibi gerçekten kısa bir süre var. Önce seçimi tamamlayacak, ardından Partimizin geleceğiyle ilgili kararları vereceğiz. Ne karar verilirse verilsin, bu ülkemiz için verilecek, milletimiz için verilecek, istikbalimiz için verilecektir. Yapılan kulislerin, üretilen dedikoduların tamamı boşa kürek çekmektir, enerji israf etmektir. AK Parti bir dava partisi olarak, milletin kurduğu, milletin istikamet çizdiği bir parti olarak sarsılmadan, durmadan ve duraklamadan inşallah yoluna devam edecektir. Birbirimizi kıracak, küstürecek, birbirimizi rencide edecek girişimlerden herkesin büyük bir hassasiyetle uzak durmasını rica ediyorum. Önümüzde bir seçim varken enerjimizi başka yerlere sarf etmekten herkesin uzak kalmasını istiyorum, bunu bekliyorum. Özellikle Partimizi, Hükümetimizi, iç ve dış politikamızı yıpratacak eylem ve açıklamalardan uzak durulmasını, sorumlu davranılmasını rica ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, çok değerli misafirler; Türkiye Büyük Millet Meclisi, yaz olmasına rağmen, Ramazan olmasına rağmen, bir seçimin arifesinde bulunmamıza rağmen çalışmalarını kesintisiz olarak sürdürüyor. Bize yakışan da aslında budur. Milletimizin beklediği yasaları çıkarmak her şeyden önemlidir. Biz omuzlarımızda taşıdığımız emanetin hakkını vermek için gece-gündüz çalışmak durumundayız. Gündemdeki tasarı ve teklifleri bitirinceye kadar Meclis çalışmaya devam edecek. Haftaya inşallah bir kez daha sizlerle bu salonda buluşacak, muhabbet edeceğiz. Tahminen önümüzdeki hafta sonunda çalışmaları bitirecek, ardından seçim bölgelerimize dağılacağız.

Ben şimdi Denizli’ye gitmek üzere aranızdan ayrılıyorum, bir kez daha şahsımı 12. Cumhurbaşkanlığı için aday gösteren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Haftaya yeniden görüşmek umuduyla çalışmalarınızda başarılar diliyor, Ramazan-ı Şerif’in hayırlı geçmesini temenni ediyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.