loader image

Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 03 Haziran 2014 Grup Konuşması

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler; sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık Grup Toplantımızın ülkemiz, milletimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Grup Toplantımıza katılan tüm misafirlerimize de hoş geldiniz diyor, coşku ve heyecanlarından dolayı her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Konuşmamın hemen başında, dün sabah Afganistan’da bir bombalı saldırı neticesinde hayatını kaybeden 3 vatandaşımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyor, yakınlarının, milletimizin başı sağ olsun diyorum. Saldırıda yaralanan vatandaşımıza da acil şifalar diliyorum. Dışişleri Bakanlığımız konuyu yakından takip ediyor ve Afganistan makamlarına da faillerin bulunması yönünde talebimizi ilettik. Gerek şirketlerimiz, gerek çalışanlarımız, gerekse askerlerimiz Afganistan’da sadece ve sadece barışı tesis etmek, Afganistan’a huzuru getirmek için orada bulunuyorlar. Yapılan saldırının ciddiyetle soruşturulmasının ve gerekli önlemlerinin alınmasının takipçisi olacağız.

Değerli arkadaşlarım, Pazar günü, yani 1 Haziran’da 14 yerleşim biriminde mahalli seçimler gerçekleştirildi. Bu 14 birimden 13’ünde itirazlar neticesinde seçimler yenilendi, bir tanesinde de ilk kez seçim yapıldı. Hiç kuşkusuz bu 14 yerleşim birimi içinde en önemli merkezler Ağrı ve Yalova illerimizdi. Ağrı’da daha önce BDP’nin seçimi kazandığı görülüyordu, itirazlar yapıldı ve bunun neticesinde seçimin yenilenmesi kararı alındı. Pazar günü yapılan seçimde BDP adayı Belediye Başkanlığını kazandı. Yalova’da ise bizim AK Parti olarak itirazımız vardı, orada da yenilenme kararı alındı, tabi yapılan ittifak neticesinde Yalova’da da seçimi CHP adayı az bir farkla kazandı. 14 yerleşim birimi üzerinden bakıldığında, 5 merkezde AK Parti seçimi kazandı, CHP 3 merkezde, MHP 3 merkezde, BDP 2 ve Saadet Partisi 1 merkez seçim kazandı.

30 Mart seçimlerinde 13 merkezde AK Parti değerli kardeşlerim, yüzde 43,05 oranında oy almıştı, 1 Haziran seçimlerinde ise AK Parti’nin bu 13 merkezde aldığı oy yüzdesi yüzde 45,5 oldu. Yani 30 Mart seçimlerine göre 13 yerleşim biriminde oy oranımız 2,5 puan artış kaydetti. Yine 30 Mart seçimlerine göre CHP’nin bu 13 merkezdeki oyu 1 puan, BDP’nin oyu ise 2,3 puan arttı, MHP’nin oyları ise 30 Mart’a göre 1,9 puan düştü. Tabi 30 Mart’a göre oy oranlarındaki değişime baktığımızda, özellikle Yalova ve Ağrı’da AK Parti’ye karşı ittifakların yapıldığı net olarak görülüyor. Yapılan tüm ittifaklara rağmen, CHP ve MHP’nin toplam oy oranının AK Parti’ye yetişemediğini de görüyoruz. Bu tabi bir anket de sayılabilir.

30 Mart’ta Türkiye genelinde CHP ve MHP’nin toplam oy oranı yüzde 43 olmuştu, AK Parti’nin ise tek başına oy oranı yüzde 45,5 olarak gerçekleşmişti. 30 Mart’ta bu 13 merkezde CHP ve MHP’nin toplam oy oranı yüzde 33, AK Parti’nin tek başına oy oranı yüzde 43’tü. 1 Haziran’da yine bu 13 merkezde CHP ve MHP birlikte yüzde 32 oy oranına ulaştılar, ama AK Parti’nin oy oranı yüzde 45,5 oldu.

Bakın değerli arkadaşlarım, biz Ağrı ve Yalova’da ortaya çıkan sonucu elbette derinlemesine analiz ettik ve ediyoruz, hem süreci, hem sonucu bütün boyutlarıyla değerlendiriyoruz. Ancak, bu mikro düzeydeki seçimin hem CHP, hem MHP için çok önemli yeni dersler verdiğini, ama her iki partinin de bir kez daha ibretlik dersler almasını özellikle tavsiye ederiz, fakat bunu fark etmediklerini de ne yazık ki görüyoruz.

MHP bir kez daha varlığını, siyasetini, iddiasını inkar etti. 1 Haziran seçimlerinde adeta MHP’nin esamesi bile okunmadı. 30 Mart’ta Pensilvanya’nın maşası, CHP’nin de payandası olan MHP, 1 Haziran’da yeni vazifesini iyice benimsemiş halde kimliğini tamamen CHP’ye teslim etmiş oldu. Öte yandan CHP sadece Yalova üzerinden kendisi için bir başarı tablosu çıkarmaya çalışırken, 30 Mart’ta olduğu gibi bugün de genel manzarayı görmekten kaçınıyor.

Dikkatinizi çekiyorum, doğuda BDP karşısında AK Parti’den başka parti var mı? Yok. AK Parti’nin karşısında da BDP’den başka parti yok. Bu bir şeyi gösteriyor, CHP siyaseti 780 bin kilometrekarede yapmıyor, MHP de siyaseti 780 bin kilometrekarede yapmıyor, kendileri için uygun vilayetler, uygun ilçeler aramak suretiyle siyaseti böyle sürdürmek istiyorlar. İşte bunun adı demokratik bir mücadeleyi ülke geneline yaymak değildir.  Ben burada yapabilirim, başka yerde buna ne gücüm yetiyor, ne de anlayışım yetiyor; vaka budur.

Türkiye’nin her tarafında, 81 vilayette AK Parti var, buna karşılık CHP ve MHP’nin toplam oyları bile AK Parti’ye gördüğünüz gibi yetişemiyor. Açıkçası, 1 Haziran seçimleri cumhurbaşkanlığı için bir gösterge olacaksa, bir kamuoyu yoklaması olacaksa, ortaya çıkan sonuç çatının bir kez daha uçtuğudur, çöktüğüdür.

Değerli kardeşlerim, 1 Haziran’da bu 13 birimde CHP ve MHP’nin toplam oyu yüzde 33, tekrar ediyorum, AK Parti’nin tek başına oyu 45,5. Çatı su sızdırmaya devam ediyor, bu seçimde çatı bir kez daha çatladı, aslında çatı diye bir şey kalmadı.

Bakınız değerli arkadaşlarım, 30 Mart seçimleri de, 1 Haziran seçimleri de MHP tabanında, MHP’ye gönül vermiş kardeşlerimizin nezdinde etraflı şekilde bir değerlendirmeye tabi tutulmalı. Biraz önce de ifade ettim, MHP artık kendi varlığını, kendi kimliğini inkar eden bir partiye dönüştürülmüştür. MHP’nin mevcut yönetimi MHP’nin tüm ilkelerini, tüm sınırlarını çiğnemiş, MHP’yi adeta bir vagon partiye dönüştürmüştür. 2010 halk oylamasında MHP diğer tüm partilerle, özellikle de maalesef terör örgütleriyle aynı safta yer almayı seçmiş, ağır bir yenilgi almıştır, 2011 seçimlerinde aynı şekilde MHP ağır bir hezimet daha yaşamıştır. 30 Mart’ta MHP Pensilvanya’nın kuklası haline getirilmiş, CHP’nin de oy deposu olarak kullanılmıştır. Bu yapılanı MHP seçmenine ben doğrusu çok büyük haksızlık olarak görüyorum, MHP seçmenin istismar edilmesi olarak görüyorum. MHP seçmeni gönül verdikleri partinin kimlere payanda olduğunu, kimlerin yedeği haline getirildiğini görmeli, bunun sorgulamasını da yapmalıdır diye düşünüyorum.

MHP’ye gönül vermiş kardeşlerime burada özellikle hatırlatmak isterim; CHP içinde sadece bir kanat yok, CHP içinde sadece ulusalcılar yok, Suriye’nin eli kanlı rejimine destek veren bir CHP var, Türkiye’de mezhep farklılıklarını körüklemek, bundan rant elde etmek için her türlü tariki yapan bir CHP var. Öbür tarafta kalkıp şöyle Suriye’nin batısına doğru gittikçe orada bizim Türkmen kardeşlerimiz var, bunların yanında yer alan AK Parti iktidarı var, onların karşısında yer alan CHP anlayışı var. Ey MHP, sende mi yoksa onlarla beraber oradaki Türkmen kardeşlerimizin karşısında yer alıyorsun?

Gezi eylemlerinde başı çeken, dünyaca terör örgütü olduğu kabul edilen polis katili, asker katili terör örgütlerinin sırtını sıvazlayan bir CHP var. Hakkari’de Türk Bayraklarını sallamayan, ama gelip Ankara’da bozkurt işareti yapan, yani her türlü renge bürünebilen bir CHP var.

Buradan MHP kardeşlerime çok açık soruyorum, Allah aşkına, bir MHP’li nasıl olur da İstanbul’da duvarlara zulüm 1453’te başladı diyen bir zihniyetin yanında durabilir? Bir MHP’li nasıl olur da Ankara’da Türk Bayrağını yakan bir zihniyetin yanında durabilir?

Bakın işte Gezi olaylarının yıldönümünde yine en başta CHP vardı, CHP’li milletvekilleri vardı, yine en başta CHP’nin provokatif milletvekilleri ellerinden gelen her türlü oyunu oynadılar. CHP il başkanlıkları, ilçe başkanlıkları Cumartesi günü Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, çeşitli illerde lojistik merkez görevi yaptılar. Gençleri sokağa çıkarmak için, gençlerin sokakta polisle çatışmaya girmeleri için çağrı yaptılar, tahrik yaptılar. CHP’nin ve o marjinal örgütlerin, hatta terör örgütlerinin tüm çağrısına rağmen karanlık senaryo devreye sokulamadı, kaos senaryosu gerçekleşmedi. Çağrılara sadece 3-5 marjinal örgüt karşılık verdi, sokağa döküldüler, polisimizin dik duruşu sayesinde de geldikleri gibi gittiler. Tabi bundan önceki Gezi’de onlara lojistik desteği veren sermaye vardı, bu defa o sermaye de ortaya çıkmadı, onlardan da lojistik desteklemeyince şimdi çırılçıplak ortada kaldılar. İstanbul’un lüks kafelerinde ellerindeki telefonlarla isyan çağrıları yapanlar Cumartesi günü avuçlarını yaladılar. İstanbul’a gelip abartılı provokatif çağrılar yapan uluslararası medya kuruluşları avuçlarını yaladılar.

Bir tane o CNN’nin dalkavuğu oralarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. CNN International, yerlisi geçen yıl 8 saat aralıksız yayın yaptı. Niye? Ülkemi karıştırmak için, ülkemi dünyaya farklı göstermek için. Şimdi de suçüstü yakalandı. Bunların böyle hani özgür, tarafsız, bağımsız basın diye bir şeyleri yok, bunlar görevli görevli, bunlar adeta ajan görevi icra ediyorlar, bunun için buradalar.

Günlerdir isyan çağrısı yapan bir kısım medya kuruluşları, birtakım yazarlar aynı şekilde onlar da avucunu yaladı. Günler öncesinden fotoğraf makinaları ve kameralar için iftira kareleri hazırlayan figüranlar da, onlar da avucunu yaladı. Pensilvanya’da Türkiye’de kaos çıkması için avuçlarını ovuşturanlar, gazetelerini, televizyonlarını, Twitter’daki o maskeli korkaklarını kaos için görevlendirenler de, onlar da avuçlarını yaladılar.  Gezi olaylarının yıldönümünde sokakları hareketlendirmek için nefret dilini, ırkçılığın dilini, faşizmin, özellikle de İslamofobinin dilini kullananlar aynı şekilde avucunu yaladılar.

Değerli kardeşlerim, biz bunları konuşunca bu Başbakan çok gerilimci. Sokakta polisime kurşun sıkacak, polisimi yakacak, nitekim şu anda bir tanesi hayati tehlike içinde, bunu konuşmayacaklar, ama farklı bir şey olduğu zaman polis şamar oğlanı, öldür, vur, yarala, bunun için her yol meşru, polisin savunma hakkı bile yok. Böyle bir şey olabilir mi? Geçenlerde bu ne sabırdır dedim diye beyefendiler rahatsız olmuş, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere. Niye rahatsız oluyorsun? Sen bunu git de Amerika’da yap bakalım, sen bunu git de Avrupa ülkelerinde yap bakalım, git İngiltere’de yap, İspanya’da yap bakalım, Almanya’da yap bakalım. Aslında sizlere şöyle bir de Avrupa’dan, dünyanın değişik yerlerinden şurada şöyle bir özellikle bazı çekimleri göstermek istiyorum, bunları bir göreceksiniz, nerede ne, nasıl yapılıyor, bunu görmek lazım. Ve sürekli olarak bizim güvenlik güçlerimizi bu işleri tahrik unsuru olarak adeta hedef haline getirenler, dünyada neyin nasıl yapıldığını görmeleri lazım, milletimizin de bunu iyi görmesi lazım. Onun için herhalde bir grup toplantımızda da buradan bunları özellikle yayınlamak istiyorum, göstermek istiyorum, çünkü milletçe bunu bilmemiz lazım.

Başta CHP olmak üzere sokakları hareketlendirip Türkiye’de yeniden çatışma manzaraları oluşturmak isteyenler, bu Gezi’de hayal kırıklığı yaşadılar. Değerli arkadaşlar, Cumartesi günü Gezi olaylarının yıldönümünde beklenenin gerçekleşmeyeceği, provokasyonların, tahriklerin, isyan ve çatışma çağrılarının karşılık bulamayacağı zaten çok net biçimde görülüyordu. 1 yıl önce AK Parti’ye, yani milletin partisine, milletin iktidarına karşı o malum çevreler ellerindeki tüm imkanları seferber etmiş, bütün gövdeleriyle sahneye çıkmışlardı.

Hatırlayın, her yerden taarruz ettiler, medya, sosyal medya, yazarlar, yorumcular, sözüm ona aydınlar, sözüm ona sanatçılar taarruz ettiler. Uluslararası çevreler bütün ilgilerini, bütün objektiflerini Türkiye’ye çevirdiler ve bu taarruzun içerisinde hepsi yer aldılar. İş dünyası, belli işverenler, belli işveren örgütleri bu taarruzun içinde yer aldılar. Başta CHP olmak üzere, milletten umudunu kesmiş, umudunu çatışmaya, kaosa bağlamış siyasi partiler bu taarruzun içinde yer aldılar. Bu şiddet ve vandalizm gösterileri tüm dünyaya bir çevre protestosu gibi sunuluyordu, ancak amacın, gayenin, hedefin ne olduğunu bizler de gördük, aziz milletimiz de gördü. Hatta, bir tane sanatçı müsveddesi şunu söylüyordu: Hala bunun bir ağaç meselesi olmadığını anlamadınız mı diyordu.

Bezmialem Valide Sultan Camii’ne girerek orada her türlü bizim cami adabımızın aksine, camimize girip orada her türlü, bira şişelerine varıncaya kadar, ayakkabılarıyla caminin içine girecek kadar nasipsiz olanları savunabilen nasipsizler var.

Hemen ilerisinde ellerine geçirdikleri loderle, dozerle bütün yaya kaldırımlarını söktüler. Biraz öte geçtiler, İstanbul’daki Başbakanlık Ofisimizin, evet, kapısını kırarak içeri girmek istediler, molotoflarla Başkanlık Ofisimizi yakma girişiminde bulundular.

Ve duvarlara yazdıkları yazılar unutulamaz, onlar zaten tamamıyla küfürname, bunlarla kendi kişiliklerini ortaya koydular.

Şimdi Başbakan bunları savunsun, Başbakan gerilimci; bunları söylemeyecek miyiz? Bu ahlaktan binasip olanları söylemeyecek miyiz? Bunları milletimize tanıtmayacak mıyız? Yaptıkları yanlarına kar mı kalacak? Öyle bir paralel yargı var ki, bir kapıdan alıyor, öbür kapıdan bırakıyor, çünkü müşterek çalışıyorlar. Neymiş? Yasalar buna müsait değilmiş. Bütün bunları siz bu şekilde uygularsanız, o zaman tabi ki bunlarla mücadele de zorlaşır.

Kardeşlerim, Anadolu ve Trakya’nın iktidarda olmasını hazmedemeyenler sokağı kullanarak, gençleri kullanarak kendilerine göre darbe gerçekleştirmek, milleti bir kez daha iktidardan uzaklaştırmak istiyorlar. Bu amaca ulaşmak için de her yolu meşru, her yolu mubah görüyorlar. Kendi elit zümrelerinin tekrar iktidara gelebilmesi için, kaybettikleri o vesayeti tekrar kazanabilmek için kan akıtmaktan dahi çekinmeyecek kadar insaflarını, vicdanlarını, akıl ve mantıklarını yitirmişler. Hukuk, demokrasi, sandık, milli irade umurlarında dahi değil. Mevcut Hükümetin gitmesi, gitmiyorsa bile boyun eğmesi dışında hiçbir sonuç onları tatmin etmeyecek. Demokrasi sandık değildir veya demokrasi sadece sandık değildir mantığını değerli kardeşlerim, ben kabul etmiyorum, kim bu ifadeyi kullanırsa kullansın kabul etmiyorum. Demokrasi sandıktan geçer, öyle veya böyle sandıktan geçer.

Adama sorarlar, demokrasi sandık değilse nedir, bunu anlat der. O zaman ne diyeceksin? Sandıktan gitmeyeceksen nereden gideceksin? Ha, o zaman şuradan gidersin: Dağda eli silahlı olanlarla mezraları basarsın, gelir şehirdekileri tehdit edersin, ondan sonra da dersin ki, böyle böyle bak, her ne kadar sandık önünüze getiriliyorsa da, bilesiniz ki sadece sandık değildir, bak silahımız ensenizdedir. Buna mı evet diyeceğiz? Sadece sandık değildir diyenlerin cevabı budur. Değerli kardeşlerim, sadece sandıktır, oradan geçer.

Ve halkın iradesini birileri ipotek altına alma gayretine girmesin, bırakın halk kendi iradesini rahat kullansın. İşte şu anda bakıyorsunuz Ağrı’da Belediye Başkanlığını kazanan şahıs şu ifadeyi kullanabiliyor: Devlet terörü diyor, Ağrı’da devlet terörü estirilmiş; şu ifadeye bak ya. Ve onda hala daha tabi milletvekili bir milletvekili olarak bu ülkede devlet teröründen bahseden bir insan önce aynaya bakmalı; sen bir defa terörün desteğiyle şu anda Belediye Başkanı seçilen birisisin.

Ağrı’da AK Partili belediyenin olduğu süre içerisinde veya AK Parti’nin şu 12 yıllık iktidarı döneminde AK Parti’nin belediyelerinin olduğu yerlerde kan mı var? Kan varsa, sizin olduğunuz yerde var. Bak, Diyarbakır’da ağlayan annelerin Büyükşehir Belediyesi’nin önündeki oturma eylemine tahammül edemediniz. Onların çocuklarını kandırarak dağa kaçıranlar size destek veren bölücü terör örgütüydü, bunu neyle izah edeceksiniz? Oradan kaldırdınız, devamlı TOMA’lardan sıkılan sudan rahatsız oluyordunuz, orada sizler belediye araçlarıyla köpükle oraları yıkama bahanesiyle onları oradan kovdunuz, orta refüje gelip yerleştiler, oraya da loderleri soktunuz, yol düzenlemesi yapacaklarmış. Niye? Rahatsız oldular ve tehdide başladılar. İşte 15 gün, 20 gün, şu, bu filan, bundan sonra dediler ki, biz çocukları halledeceğiz, bize bu kadar müsaade.

Değerli arkadaşlar, AK Parti olarak, iktidar olarak bunun takipçisi olmaya mecburuz. Yeri geldiği zaman bazı kaçırılan insanları gidip almak suretiyle sükse yapan milletvekillerine sesleniyorum şimdi BDP’nin, hadi bakalım, şu anda da bu çocukları sizin getirip anne-babalarına teslim etmeniz lazım, adreslerini gayet iyi biliyorsunuz. Çünkü burada iktidar olarak, devlet olarak yapılacak şeyde bunların tek silahı nedir biliyor musunuz? Getirirler vatandaşı böyle silahların önüne koyarlar, yaptıkları iş bu oldu bugüne kadar. Fakat dedim ya, B planı, C planı burada devreye gidecektir. Onun için de şu anda özellikle Hür Demokrat Partili milletvekillerinin bu işin yakın takipçisi olarak, bir defa bu süreci kendilerinin çözmesi sorumluluğu var; bizim çözüm yolumuz farklı olacak. Bir taraftan çözüm süreci diyeceksin, ondan sonra çözüm sürecini engellemenin mücadelesini vereceksin. Bir taraftan barış barış barış diyeceksin, o akşam yaptığı konuşmanın tamamı barış barış barış, biz olmazsak kan olur burada; lafa bak ya. Barış barış barış diyorsun, yavruları analarından alıp sizi pikniğe götürüyoruz diyerek dağa kaçırıyorsunuz. Bu nasıl barış? Bazıları taciz, bazıları öldürülüyor; bu nasıl barış? Ülkenin değişik yerlerinde 10 binlerce insanın katili sizsiniz, bu bölücü terör örgütü; bunu görmeyecek miyiz, bunlara hayır mı diyeceğiz?

Sürekli aşağıladıkları, tahkir ettikleri, sürekli tepeden baktıkları köylülerin, yoksulların, gariplerin, acı çekmişlerin, insafı ve vicdanı olanların, kardeşlik hukukunu savunanların ülkeyi yönetmesinden rahatsız oldular. İşte bir şekilde buna son vermek istiyorlardı, ama millet buna son vermedi. Sokak eylemleriyle bunu başaracaklarını zannettiler, ırkçılık, ayrımcılık kokan manşetleriyle bunu başarabilecekleri zannettiler, sermayeleriyle kontrol ettikleri, hatta birer kuklaya çevirdikleri marjinal sol örgütleri sokağa dökerek bunu başarabileceklerin zannettiler, 27 Mayıs öncesi yaptıklarının aynısını yaparak, AK Parti Hükümetinin akıbetini Demokrat Parti’nin akıbetiyle birleştireceklerini zannettiler, ama karşılarında dimdik duran bir Hükümet buldular.  Karşılarında boğun eğmeyen, geri adım atmayan, taviz vermeyen, milletin emanetine sımsıkı sahip çıkan bir Hükümet ve AK Parti’yi buldular. İşte o günlerde bizler de meydanlara çıktık, 5 şehrimize, Ankara, Kayseri, Samsun, Erzurum ve İstanbul’da milli irade mitingleri yaptık, halk akın akın meydanlara koştu.

Zaman zaman bunların yazarları, yorumcuları şöyle söylüyorlardı: Taksim Meydan’ına 2 milyon insan geldi. Ya bunlar kalabalıkları saymayı bilmiyor, ya bunlar Taksim Meydanı’na ne kadar insan alınabilir bunu bilmiyor. İşte Debreli hikayesini de bilmiyorlar tabi, böyle sürekli olarak atıyorlar. Tabi bunların Yenikapı’yı niye kabullenmedikleri, Yenikapı’ya niye gelmedikleri ortaya çıkıyor veya Küçükyalı’daki, Maltepe’deki o meydana niye gelmedikleri ortaya çıkıyor, çünkü oraya geldiklerinde o zaman her şey meydana çıkacaklar.

Ve bunlar tabi bir şeyi hala öğrenemediler, elinizde sopayla değil, elinizde molotofla değil, dilinizde nefret söylemiyle değil, büyük bir vakarla, büyük bir sabırla meydanlara gelin. Bak, sizin bu yapamadıklarınızı AK Parti yaptı, AK Partili seçmenin elinde ne molotof vardı, ne sopa vardı, dilinde de ne nefret söylemi vardı.

Gençler, tabi bizim kararlı duruşumuz, milletin de meydanlarda kükreyişi işte bu darbe sevdalılarına geri adım attırdı. Milletin şahlanışı, seçilmiş iktidara karşı ihtilal peşinde olan şımarık zihniyete haddini bildirdi.

Bakın, yakın tarihten şu hadiseyi sizlere özellikle hatırlatmak istiyorum: 1960 yılı Nisan ayı, İstanbul ve Ankara’da üniversite öğrencileri sokakta gösteriler yapıyorlar. CHP tıpkı bugün olduğu gibi milletvekilleriyle bu gösterileri tahrik ediyor, CHP medyası her gün yalan haberlerle gençleri tahrik ediyor, yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü, kıyma makinelerinden geçirildiği iftirası bizzat CHP ve CHP medyası tarafından her gün işleniyor. Sokakların kaosa teslim olduğu bugünlerde merhum Necip Fazıl merhum Adnan Menderes’i ziyaret ediyor. Merhum Necip Fazıl merhum Menderes’e gerekli tedbirleri almasını ve gösterileri bastırmasını tavsiye ediyor. Merhum Menderes ise belki de geleceğe dair umudunu muhafaza için mevcut tavrını sürdürmeyi tercih ediyor.

Biz geçen yıl Gezi olaylarıyla bir darbe senaryosu devreye aldığında merhum Menderes gibi üzerimize gelen bu tehdide sessiz kalmadık, Mısır’da yaşananların Türkiye’de yaşanmasına izin vermedik, Ukrayna’da yaşananların Türkiye’de yaşanmasına izin vermedik, hukuk ve demokrasiden taviz vermeden, ama sokakları vandallara, milli iradeyi de CHP’ye teslim etmeden bu ihtilal aşıklarının geldikleri gibi gitmelerini sağladık.

Kardeşlerim, sokak eylemleriyle ihtilal yapamayanlar, bildiğiniz gibi 17 ve 25 Aralık’ta bu sefer de yargı içine sızmış paraleller eliyle bir başka darbe senaryosunu uygulamaya koydular. Orada da dik durduk, orada da taviz vermedik ve orada da ihtilal heveslerini kursaklarında bıraktık.

Bakın daha önce de ifade ettim, 25 Aralık’taki darbe girişimleri için polis tarafından hazırlanmış fezlekede, şimdi bunu inkar ediyor paralel yapının paralel yayın organları, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ifadeleri geçiyor. Hatta fezlekede geçen tam ifade şu: Suç işlemek için oluşturulan örgütün lideri dönemin Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, aynı şekilde bakanlarımızdan örgüt üyesi olarak bahsediliyor. Bu fezlekeler emniyet bilgisayarlarından yok edilmek istendi, ancak bu bilgisayarlar bulundu, silinmiş dosyalar kurtarıldı ve bu fezleke büyük oranda şu anda ortaya çıkarıldı.

Şimdi paralel medya büyük bir suçluluk duygusu içinde başına gelecekleri önceden bildikleri için, yaptıkları rezilliğin farkında oldukları için, şimdiden bunların düzmece olduğuna dair kampanya başlattı. Sahte ihbar mektupları yayınlayarak yaptıkları alçaklıkları karartmaya çalışıyorlar. Hiç boşuna uğraşmasınlar, ortaya çok vahim belgeler, çok vahim deliller çıkıyor ve kısa süre zarfında yaptıklarının hesabın vermeye başlayacaklar.

Kardeşlerim, gençler; inlerine gireceğiz demiştik. Şu anda inlerine girdik, bütün pisliklerini ortaya döküyoruz. Kaçıp saklandıkları inlerinden de sorumluları çıkaracak ve adalete teslim edeceğiz. Bu ülkede artık hiçbir darbe girişimi hesapsız kalmayacak. Önce millet, sonra devlet millet iradesine, sandığa, demokrasiye sahip çıkacak ve Türkiye’de geçmişte yaşananların yaşanmasına artık inşallah müsaade edilmeyecek.

Bu arada dün 4 CHP milletvekili bir basın toplantısı düzenlediler. Tabii bu basın toplantısı da son derece ilginç. Bildiğiniz gibi CHP, 17 Aralık darbe girişiminde MHP ile birlikte Pensilvanya’nın siyasi taşeronluğunu üstlenmişti. Planı, tuzağı o şekilde kurmuşlardı. Pensilvanya lojistik destek sağlayacak, biriktirdiği tapeleri, yaptığı montajları servis edecek, yargı ve emniyet içindeki maşalarıyla da Hükümeti devirecekti. CHP ve MHP de bu tuzağa destek verecek, bu tuzağı uygulayacak, AK Parti gidince CHP-MHP iktidara geçip oturacaklardı. 17 Aralık’tan itibaren 30 Mart’a kadar bu senaryo dahilinde birlikte hareket ettiler. Pensilvanya kapı kapı dolaşarak bildiğiniz gibi CHP’ye oy istedi, kimi illerde MHP’ye, kimi illerde BDP’ye oy istediler, ama en çok CHP’ye çalıştılar. CHP de elbette bunu karşılıksız bırakmadı. CHP Genel Müdürü eline tutuşturulan malzemeyi doğru mu, yalan mı bakmadan seçim sürecinde Pensilvanya adına salladı durdu.

Kardeşlerim, zaten dünyada hep söylüyorum ya; bunun kadar yalanı maharetli kullanan ikinci bir kişi bulamazsınız. Ve yalanı kullanırken de yüzü falan kızarmaz ha, gülerek bunu söyler. Ve bunlar hep birlikte tarihi nitelikte bir işbirliği gerçekleştirdiler. İhaneti artık tescillenmiş bir örgütle her zaman darbelerden medet uman CHP, 17 Aralık’tan itibaren ibretlik bir iş paylaşımı yaptılar. Tabii ellerine hiçbir şey geçmedi. 30 Mart’ta millet hem Pensilvanya’daki ihanet şebekesine, hem CHP’ye gereken cevabı verdi. Tabii CHP’de şimdi bunun hesabı soruluyor. Hem Pensilvanya ile işbirliği yap, hem de seçimde başarı elde etme; CHP seçmeni şimdi bunu sorguluyor. CHP de bu sorgulamadan kurtulmak için farklı gündemlere sarılıyor, sözüm ona raporlar hazırlayarak kendisini temize çıkarmaya çalışıyor.

Şimdi kamuoyunda Balyoz Davası olarak bilinen davayla ilgili bir rapor hazırlamışlar. 4 CHP milletvekili çıktılar bunu açıkladılar. Yeni dostları, yeni yol arkadaşları olan Pensilvanya örgütüne en küçük bir eleştiri yok, bütün sorumluluğu Hükümete, Adalet Bakanlığına, Genelkurmay Başkanımıza, Yargıtay’a yıkma peşindeler. Genelkurmay Başkanına ellerinde hiçbir delil olmadığı halde sırf dedikodulardan yola çıkarak hakaret edecek kadar da kendilerinden geçmiş durumdalar. Belli ki CHP de artık haşhaş almaya başlamış, aynen öyle. Yeni yol arkadaşlarına, Pensilvanya’ya çok hızlı uyum sağladılar. Genelkurmay Başkanlığımız gerekli açıklamayı yaptı, bu iftiranın üzerine gideceğini, dava açacaklarını ifade etti. Tabii biz de bunun peşini bırakmayacağız. Bu iftiraların, bu ithamların yargı önünde hesabını elbette soracağız. Ama burada bir temel ilkeyi hatırlatmak isterim; biz bu davanın hakimi değiliz, savcısı da değiliz. Bizden eğer hukuka müdahale etmemizi bekliyorlarsa, daha çok beklerler. Eğer bu meseleyi çözmek istiyorlarsa, o zaman yeni yol arkadaşları olan o paralel yapıyla yollarını ayırsınlar, Pensilvanya’nın dizinin dibinden kalksınlar. CHP hem Pensilvanya ile iş tutup hem yakın tarihteki davaların izini süremez. Bu türden iftira dolu, yalan dolu raporlar hazırlayarak insanların şereflerine, namuslarına dil uzatarak da gündemi değiştiremez, Pensilvanya’yla ilişkilerin üzerini örtemezler. Bu tavşana kaç demek, tazıya tut demektir. Tazı bunu tutmayacaktır, bunu da bilmeleri lazım. Bize bunu yutturamazlar, millete ise hiç yutturamazlar. Balyoz Davası sanıklarının ve sanık yakınlarının duygularını istismar etmekten de CHP vazgeçsin.

Değerli kardeşlerim, Pensilvanya ile kol kola olan bir CHP asla ve asla hukukun tecellisinin, gerçeklerin ortaya çıkmasının peşinde değildir. Tam tersine gerçekleri örtmenin peşindedir. Milletim kimin ne olduğunu da zaten çok iyi biliyor.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, geçen hafta Grup Toplantımızda Türkiye’nin yaklaşık 100 yıldır hangi yapay sorunlarla meşgul edildiğini sizlere aktarma fırsatım olmuştu. Evet, yaklaşık 100 yıldır Kürt kardeşlerimizin ve Alevi kardeşlerimizin sorunları Türkiye’yi yavaşlatmak, Türkiye’yi oyalamak, Türkiye’nin kalkınmasını, ilerlemesini, bölgesinde güçlü bir devlet olmasını engellemek amacıyla kullanıldı. Özellikle de iç huzurumuzu, kardeşliğimizi yaralamak adına bu sorunlar hep sıcak tutuldu, hep çözümden uzak tutuldu. Türkiye ne zaman güçlendiyse bu sorunlar gündeme taşındı. Ekonomi ne zaman istikrar kazandıysa bu sorular devreye alındı. Terörle, çatışmayla, sokak eylemleriyle Türkiye’nin enerjisi bu sorunlar üzerinden heba edildi.

12 yıl önce Türkiye’deki her kesimin sorunlarını çözeceğimizi, bunun için mücadele vereceğimizi ifade ettik, yola böyle çıktık ve 12 yıl boyunca da bunun samimi mücadelesini verdik. Bütün engelleri aşarak, bütün tuzakları aşarak bugünlere kadar geldik. Bakınız Türkiye 1 yıl önce Mayıs ayında tarihinin en büyük ekonomik başarılarını konuşuyordu. Ardından Gezi eylemleri başlatılarak bu başarılar engellenmek istendi. Ardından 17-25 Aralık darbe girişimiyle Türkiye’ye, ekonomiye ve çözüm sürecine ağır bir darbe indirmek istediler. Tüm bunları dirayetle, basiretle geride bıraktık.

2013 yılının Mayıs ayı gibi 2014 yılının Mayıs ayını da hamd olsun başarılarla tamamladık. 2013 Mayıs’ında tarihinin en yüksek seviyesine çıkan 93 bini aşan İstanbul Borsası, Gezi eylemleri ve Aralık ayındaki darbe girişimleri nedeniyle 60 binlere kadar gerilemişti. Şu anda Borsa toparlandı, 79 bin seviyesini aştı ve yükselmeye devam ediyor. Merkez Bankası rezervimiz, geçen yıl Mayıs ayında 135 milyar dolara ulaşmıştı. Ardından 120 milyar dolara kadar geriledi. Şu anda yeniden 131 milyar dolar seviyesine ulaştı, inşallah daha da artacak. İhracatta Mayıs ayında yine tüm zamanların rekorunu elde ettik. Mayıs ayında ihracat, geçen yılın Mayıs ayına göre yüzde 5,8 oranında arttı ve 13 milyar 412 milyon dolar oldu; evet bu Cumhuriyet tarihinin bir rekorudur. Geriye dönük 12 aylık ihracatımız da 156 milyar doları aştı, bu da yine Cumhuriyet tarihimizin en yüksek rakamı. Zor bir yıl geride kaldı. Değerli kardeşlerim, eylemler, tahrikler, darbe girişimleri, saldırılar geride kaldı. Türkiye 30 Mart seçimlerinde teyit edilen demokrasi ve milli iradeyle yeniden güçlü ve istikrarlı şekilde yolunda ilerliyor.

Arkadaşlar, artık bu ilerlemenin sekteye uğramasına veya uğratılmasına tahammül edemeyiz. Türkiye’nin yapay sorunlar üzerinden ağır bedeller ödemesine artık müsaade edemeyiz. Bakın şu son 1 yıl içinde gezi olayları ve 17-25 Aralık darbe girişimi Türkiye’ye 1 yıl kaybettirdi. Buradan aziz milletime sesleniyorum, 77 milyona sesleniyorum; şu son 1 yıl içinde Hükümet olarak mesaimizin bir kısmını işte bu huzur ortamını, kardeşlik ortamını bozmak isteyenlerle mücadeleye sarf etmek zorunda kaldık. Artık Türkiye’nin böyle engellerle, engellemelerle karşılaşmasını istemiyoruz. Türkiye’nin yapay tartışmalara, yapay gerilimlere ayıracak vakti de yok, böyle bir lüksü de yok. Bizim 77 milyon olarak gece-gündüz çalışıp çok sayıda reformu yapıp 2023 hedeflerine doğru kararlılıkla ilerlememiz gerekiyor.

Değerli kardeşlerim, bakınız terör de, sokak eylemleri de bugüne kadar hiçbir netice alamamıştır, bundan sonra da hiçbir netice alamaz. Her zaman ifade ediyorum; şiddet, hiçbir meselenin çözüm aracı değildir. Şiddet, arkasında kandan, gözyaşından, yaralı toplum kesimlerinden, huzursuzluktan, acıdan başka hiçbir şey getirmez. Bütün sorunlarımızı demokrasi içinde, hukuk içinde çözeceğiz, böyle çözüyoruz. Bütün sorunlarımızı siyaset zemininde çözeceğiz, böyle çözüyoruz. Siyaset dışında, hukuk ve demokrasi dışında hiçbir yol, hiçbir yöntem sorunlara çözüm üretemez.

Şimdi bakın değerli kardeşlerim, sizlerin, sizlerle birlikte aziz milletimin, özellikle de Doğu ve Güneydoğu’daki kardeşlerimizin, özellikle de annelerin buraya dikkatlerini çekiyorum. 2010 yılında terör örgütü içindeki 5 kadın terörist dağdaki zorbalığa dayanamayarak örgütten kaçma kararı aldı, 5 kadın. Diyarbakır kırsalında örgüt mensupları tarafından yakalandılar, hatırlayın. Bu 5 kadını bir mağaraya hapsettiler, günlerce işkence yaptılar, ardından acımasızca katlettiler ve cansız bedenlerini bilinmeyen yerlere gömdüler. Anneleri, babaları yavrularının öldürüldüğünden habersizdi. Bu işkencelere, bu katliama şahit olan İranlı bir kadın terörist dayanamadı. Bu kadınların annelerini aradı ve yavrularının katledildiğini bu annelere duyurdu. Bu olayı haber aldığımız andan itibaren güvenlik güçlerimizi konuyu takip etmek üzere görevlendirdik. Biz de çeşitli vesilelerle bu olayı gündeme taşıdık. Biz bu olayı gündeme taşıyınca terör örgütü bir açıklama yapmak zorunda. Ne dedi biliyor musunuz; kış hazırlıkları sırasında jeneratör gazından zehirlendiler ve öldüler dedi. Vicdansızlık bununla da kalmadı, ölümlerinin üzerinden 1 yıl geçtikten sonra bu kadın teröristler için cenaze terörü düzenlediler. Hale bak, ölümlerinin üzerinden 1 yıl geçiyor, bu defa da bir cenaze töreni düzenliyorlar. Çünkü karakterleri bu, cibilliyetleri bu. BDP’nin bazı milletvekilleri, hem de kadın milletvekilleri bu alçakça cinayete sahip çıktılar, bu cenaze törenlerinde de boy gösterdiler. BDP bunu sorgulamadı. BDP’nin güya özgürlük yanlısı, hani barışçıyız diyorlar ya, hep barıştan yanayız diyorlar ya, barıştan yanasınız da bunları nasıl yapıyorsunuz, güya kadın hakları yanlısı vekilleri bu katliamı sorgulamadılar. Tam tersine bu katliamı halktan gizlemeye çalıştılar. 2011 yılında Cudi Dağındaki bir operasyonda bir başka yürek yaralayıcı manzaraya şahit olduk. Bir mağarada teröristler kıstırılıyor, askerimiz teröristleri mağaradan çıkarmak için saatlerce dil döküyor, saatlerce onları sağ çıkarmak için ikna etmeye çalışıyor. Nihayet teröristler teslim oluyor. Bir tanesine subayımız soruyor; annen-baban sağ mı? Terörist bilmiyorum diyor. Subayız; kaç yıldır görüşmüyorsun diyor. Terörist, 5 yıldır görüşmüyorum diyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar üzeri örtülemeyen, gizlenemeyen yüzlerce hikayeden sadece iki tanesi. Buna benzer çok acı yaşandı, buna benzer çok aile trajedisi yaşandı. Çocukları aldılar dağa götürdüler, yıllarca ailelerinden gizlediler. Ölmeye ve öldürmeye gönderdiler. İşlerine gelmeyince de keyfice, vahşice katlettiler. Genç bir çocuğun 5 yıl boyuna annesiyle, babasıyla, ailesiyle görüşmesini engelleyerek kim neyin mücadelesini veriyor. Buradan mı özgürlük gelecek, buradan mı barış gelecek, buradan mı barış mücadelesi verilecek? 5 kadını işkenceyle öldürerek mi özgürlük gelecek? Vicdanın olmadığı yerde özgürlük olur mu? İnsafın olmadığı, acıma duygusunun olmadığı yerde özgürlük olur mu? Biz terör örgütünden ne vicdan bekliyoruz, ne insaf bekliyoruz, ne de acıma duygusu bekliyoruz. Ama ben BDP’nin, şimdi HDP’nin yöneticilerine, vekillerine soruyorum; sizin çocuğunuz yok mu? Sizin hiç insafınız, vicdanınız yok mu? Maalesef, kaçırıyorlar, dağa götürüyorlar, kendi çocuklarını da Amerika’ya, İngiltere’ye, değişik yerlere gönderiyorlar; fark bu. Benim Güneydoğu’daki, Doğu’daki Kürt kardeşimin bunu bilmesi lazım. Bizim yavrularımız dağlara kaçırılırken, şu anda bölücü terör örgütüyle el ele olan BDP, HDP’nin işte başındakiler veya milletvekilleri veya belediye başkanları, onların çocukları da evet Amerika’da, Avrupa’da, değişik yerlerde orada ya eğitim alıyorlar veyahut da turistik seyahat yapıyorlar. Doğu’da, Güneydoğu’da yoksul halkın çocukları dağda böyle insanlık dışı bir hayata, onursuzca bir ölüme mahkum edilirken ey HDP vekilleri; siz evde çocuklarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz, ben de bu soruyu soruyorum. 30 yıldır Doğu’da, Güneydoğu’da evladının nerede olduğunu bilmeyen anne-babalar var, evladının yaşayıp yaşamadığını bilmeyen anne-babalar var. Ben de geçen akşam bir tanesinin anne-babasıyla, hatta ninesiyle görüştüm. O da bu son kaçırma eylemleri içerisinde kaçırılanlardan. Telefonda tabii hüngür hüngür ağlıyor. Ve kısa geçmişiyle ilgili bazı bilgileri vermek suretiyle dertleştik. Değerli kardeşlerim, tablo bu. Ve Belediyenin önünde de kalkıyorsun onlara üstlerine saldırıyorsun, onları oradan kaldırmak için elinden geleni yapıyorsun. Niye? İşte onlar da Kürt, çocuklarını kaçırdınız, niye rahatsız oluyorsun? Ama gelip Taksim Meydanında, şurada-burada her türlü eylemi molotoflarla yapıyorsunuz, Güneydoğu’da, Doğu’da her türlü eylemi molotoflarla beraber yapmak suretiyle can alıyorsunuz, can yakıyorsunuz, yeri geldiği zaman silah kullanıyorsunuz. İşte bu son seçimlerde de, 30 Mart seçimlerinde de bunu birçok yerde yaşadık. Evladı ölse bile gözyaşı dökemeyen, ağıt yakamayan, acısını paylaşamayan anne-babalar var bugün. Bunlar sadece çocukları almakla kalmıyor, çocuklar öldüğünde anne-babaların ağıt yakmasına bile engel oluyorlar. İşte 30 yıldır acısını gizli çeken, gözyaşını içine akıtan, elemini kederini bastıran o anneler, o babalar artık itiraz etmeye başladılar. Diyarbakır’da, Diyarbakır gibi 20’den fazla ilimizde anne-babalar daha 15 yaşında çocuklarının kaçırılmasına artık yüreklice isyan ediyor, yüreklice itiraz ediyorlar. Anneler-babalar artık susmuyorlar, anneler-babalar kan tüccarına dönüşen terör örgütü karşısında artık boyunlarını yere eğmiyorlar. Anne-babalar daha 15 yaşındaki yavrularını alıp dağa götürenlere karşı sessiz kalmıyor, boyunlarını bükmüyorlar.

Milli birlik ve kardeşlik projesini, ardından çözüm sürecini başlattığımız andan itibaren annelere seslendik, babalara seslendik; yavrularınıza sahip çıkın, yavrularınızı elinizden alanlara karşı sesinizi yükseltin dedik. İşte şimdi Diyarbakır’da anneler yavrularına sahip çıkıyor, kahramanca seslerini yükseltiyorlar. Özgürlükten, demokrasiden, barıştan, insan haklarından yana olduğunu savunan BDP-HDP bırakınız bu elim hadise karşısında tavır almayı, göstericilere eziyet ediyor. Çok rahatsız oldular, maskelerinin düşmesinden çok rahatsız oldular, gerçek yüzlerinin görünmesinden çok rahatsız oldular. 15 yaşındaki çocukların kaçırılmasını izah edemediler, inanın rezil oldular. Şimdi rezilliklerini bastırmak için de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde işte gösteri yapan o kardeşlerimizi, vatandaşlarımızı dağıtmaya kalkıyorlar. 30 yıl susturdunuz, artık inanıyorum ki daha fazla susturamayacaksınız. Annelerin acısını, gözyaşını, ağıtını, feryadını 30 yıl zorbalıkla bastırdınız, artık bastıramayacaksınız. Özgürlük ve barış bağımlılık yapar. Doğu ve Güneydoğu’daki kardeşim, son 1,5 yıldır özgürlüğün ve barışın tadına vardı. Terör örgütünün baskılarından, zulmünden kurtulan vatandaşlar artık özgürlüğe ve barışa sahip çıkıyorlar. 1,5 yıldır anneler-babalar akşam sofranın başında biraraya geliyor, barışın ve özgürlüğün huzurunu yaşıyor. Bunu sabote etmeye hiç kimsenin hakkı yok. Sofraların huzurunu bozmaya, ağızların tadını kaçırmaya hiç kimsenin hakkı yok. Bakın bizim de hiçbir şekilde şımarıklığa tahammülümüz yok. Yol keserek, polisi, askeri taşlayarak, huzursuzluk çıkararak ülkeye yeni acılar yaşatmak isteyenlere asla eyvallah demeyiz, bu şımarık tavırlara göz yummayız.

Her zaman ifade ediyorum; çözüm için biz değil elini gövdesini taşın altına koymuş bir iktidarız. Bedeli her ne olursa olsun bu meseleyi çözeceğiz dedik ve hamd olsun çok önemli mesafeler kat edildi. Şimdi ben tekrar sesleniyorum BDP-HDP’ye; dürüstseniz, samimiyseniz, siyasi Kürtçülük yapmayan tüm Kürt kardeşlerime de sesleniyorum, diğerlerine de sesleniyorum, diyorum ki; siz acaba bu yol kesmelere evet diyor musunuz? Bu yol kesmeler insani midir? Yol kesmek… Bak ses geldi oradan. Tarihimizde eşkıyanın işi olarak bilinir. Şimdi tabii terörist bunu yapıyor. Çünkü terörist eşkıyanın çok daha ötesinde. Köyüne gidecek onların da yolu kesiliyor. Ana yolda onların da yolu kesiliyor, ne varsa ellerinde onlar alınıyor. Bazıları bakıyorsunuz alıp kaçırılıyor, paralar isteniyor, haraç isteniyor, bunlar haraççı. Bu kadar diyor haraç vereceksin. Bu devlete vergi veriyorsun, en az onun kadar da bize vereceksin; hale bak, sanki oraya yolları yapan onlar, suyu getiren o. Sanki bütün üniversiteleri, okulları, hastaneleri, bunları kuran o, bu vergilerden bunlar yapılıyor. Senin haracınla terör estiriliyor. Biz bu sürecin sabote edilmesine izin vermeyiz kardeşlerim. 15 yaşında çocukların ana kucağından alınıp dağa götürülmesine, orada birer robota döndürülmesine seyirci kalamayız. Eğer bu insanlık dışı eylemi siyaset kurumu, yani HDP çözmeyecekse, bu çocuk kaçırma eylemine dur demeyecekse, bu şımarıklığın sırtını sıvazlayacaksa, evet bunu bilelim. Daha önce de ifade ettim; bu sorunu çözmek için, o çocukları anneleriyle kucaklaştırmak için bizim de yöntemlerimiz var. Ama biz bu yöntemlere gerek kalmadan bu çocuk kaçırma eylemlerinin son bulmasını, kaçırılan çocukların da derhal geri getirilmesini istiyor, HDP’nin bu işi çözmesini bekliyoruz. Eğer korkuyorlarsa bunu söylesinler. Eğer tehdit varsa bunu söylesinler. Eğer Diyarbakır’daki o yürekli anneler gibi cesaretleri yoksa bunu da söylesinler. Diyarbakır’da 15 yaşındaki çocuğunun peşine düşen annenin karşısına başka anneleri çıkarmak zalimliktir, en hafif tabiriyle vicdansızlıktır. Hep söyledim, yine söylüyorum; anneliğin siyaseti yoktur, sağcılığı-solculuğu yoktur. Hiçbir annenin gözyaşı dökmesine, acılar yaşamasına, yavrusundan kopmasına tahammülümüz olamaz.

Biz çözüm sürecini tüm anneler için, tüm babalar için başlattık ve samimiyetle ilerletiyoruz. Biz bu süreci oğlu askerde olan anneler için, oğlu dağa kaçırılmış anneler için başlattık ve inşallah sonuna kadar da götüreceğiz. Bir kez daha tüm annelerin bu sürece yüreklerini koymalarını istiyorum. Tüm annelerin cesaretle bu terör baronlarına, kan tüccarlarına itiraz etmelerini bekliyorum. Hiçbir anne tereddüt etmesin, yavrusu kandırılmış, dağa kaçırılmış hiçbir anne korkmasın, çekinmesin. Anneler ne kadar bu sürecin içinde olursa inanın barış da o kadar mümkün, o kadar yakın olacaktır.

Ben bir kez daha Diyarbakır’da eylem yapan o cesur, yürekli, kahraman aileleri gönülden selamlıyorum şahsım adına, Grubum adına. Yavrularına sağ salim kavuşmaları için çırpınmaya devam edeceğimizi buradan ifade ediyorum.

77 milyona da bir kez daha şu sözü veriyorum: Büyük Türkiye için, 77 milyon kardeş Türkiye için çözümün yanında durmaya, çözümü savunmaya, inadına demokrasiyi, inadına kardeşliği savunmaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekili kardeşlerim, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yoğun bir hafta, yoğun bir gündem bizleri bekliyor. Çok önemli tasarı ve teklifleri Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Meclis tatile girmeden inşallah çıkarmış olacağız. Bugün grup toplantımızın öncesinde buraya gelmeden Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonunun Genel Kuruluna katıldım ve orada çok önemli tasarı ve teklifimizin detaylarını açıkladım, tekraren burada açıklamaya gerek görmüyorum. Alt işverenlik, yani taşeronluk konusunu yeniden ele alıyoruz, bu alanda çok önemli düzenlemeler getiriyoruz. Bu yeni düzenlemeyle işçilerimizin hak kayıplarının önüne geçiyor, kamunun zarara uğramasını da engellemiş oluyoruz. Kurallara uymadan, alt işverenliği kullananlara ağır yaptırımlar getiriyoruz. Alt işverenlikte iş sağlığı ve güvenliği, kıdem tazminatı gibi konularda da önemli reformlar yapıyoruz.

Yer altında çalışan işçilerimize yönelik de yine önemli düzenlemeler yapıyor, örneğin haftalık çalışma saatini 36 saat, günlük çalışma süresini 6 saat olarak kısıtlıyoruz. Yani 48 saatten 36 saate, böyle bir noktaya geliyoruz.

Çalışma hayatına ilişkin de yine önemli düzenlemeler yapıyoruz.

Vatandaşlıktan çıkarılanlara yurt dışı borçlanma imkanı tanıyoruz. Yurt dışında geçen sürelerin istenildiği kadar borçlanılmasına imkan veriyoruz.

Soma’daki maden kazasından etkilenen madencilere ve ailelerine de bu tasarıyla önemli haklar sağlıyoruz. 67 şehit madencimizin ailelerinin aylık alma hakkı kanunen bulunmuyordu. Şimdi yapacağımız değişiklikle 1 gün bile sigortalı olsa, hayatını kaybedenlerin ailelerine aylık alma hakkı getiriyoruz. Şehit madencilerimizin anne-babaları için aylık almakta gerekli olan muhtaçlık şartını da kaldırıyoruz. Soma’da şu anda çalışamayan madencilerimizin ücretleri işveren tarafından ödenecek, ne alıyorsa maaş bunu o işletme açılana kadar aynen alacak. Ayrıca, çalışamadıkları dönemde İşsizlik Sigortası Fonundan net maaşları kadar biz de ödeme yapacağız.

Madenlerde çalışan işçilerimizin emeklilik yaşını da 55’ten 50’ye indiriyoruz. Yıpranma payını değiştiriyoruz. İzinde geçirdikleri süreler ve tatiller de yıpranmaya dahil edildiğinde erken emekli olmak isteyen madenci kardeşimiz o zaman 43 yaşında bile emekli olabilecek. Tüm çalışanlarımız için de yine önemli düzenlemeler yapıyoruz.

Bu tasarıların yanında AK Partili milletvekillerimizin teklifiyle Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine süresinde ödenmemiş olan kamu alacakları ile Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı tahsil dairelerine ödenmemiş olan prim alacaklarının yeniden yapılandırılmasını sağlıyoruz. Bu tasarı ve tekliflerin detaylarını sabahki toplantıda izah etmiştim, genişçe orada anlatmıştım, onun için burada tekrar detaya girmiyorum. Bu yeni düzenlemelerin çalışanlarımıza, esnaf ve işverenlerimize hayırlı olmasını diliyorum. Ve tabii Grup Başkanvekili arkadaşlarımdan bütün milletvekillerimize herhalde bunların detayları broşür halinde, kitapçık halinde verilmiştir. Çok önemli bunlar, bunlar tarihi ona göre.

Özellikle Soma’daki madencilerimize, gerçi Kınık’taki ziyaretimde oradaki şehit ailelerine, Bergama’dan gelen şehit ailelerine bunları anlatmıştım. Bu vesileyle yine kısmen televizyonlara yansımıştı ama, bunu bugün sabah yaptığımız toplantıda, şimdi grupta ve inşallah Meclis’teki müzakerelerde de bunlar zaten geniş yer alacak. Soma’daki madencilerimize, şehit olan madencilerimizin ailelerine bu önemli hakların hayırlı olmasını diliyorum.

Tabii bu vesileyle bir şey daha var, bu arada birçok vaatler var. İşte bir grup diyor ki ben 301 konut yapacağım, bir grup işte ben 200 diyor, ben işte 150 diyor vesaire, bütün bunların da değerlendirmesini yapmak suretiyle bunları AFAD fonunda toplamak suretiyle tek merkezden, bak ortaya paralelciler falan da çıkar ha, bunlar inanın bu havada dolaşırlar, yok bilmem şu derneğe, bu derneğe filan falan, Soma’ya falan bunları topluyoruz falan derler, sakın bu oyuna gelmeyin, bunları anlatın herkese. Ekranları başında bizi izleyenlere sesleniyorum; sakın bu oyunlara gelmeyin. Şu anda AFAD’dan başka bu konuda yetkili hiçbir birim yoktur ve bunu genelgeyle de bütün valiliklerimize bildirdik. AFAD da sadece Soma’daki madencilerimizin, şehitlerimizin ve malum felaketin yaşandığı madende olanların ailelerine bunlar olacak ve bir de SGK kararıyla kapatılan varsa, o kapatılan madenlerdeki çalışanlar için verilecek destekler de ayrıca onlar zaten bildirildi. Bu oyuna gelmeyelim. Onun için bu evler vesaire bunlar tamamen şehitlerimize ait olacak ve buradan tabii ki onların evlatları için belki iki tane ev düşecek, belki üç tane ev düşecek, bir evde belki kendi oturacak, iki evini belki kiraya verecek, oradan sabit bir akar kendisinin olacak. Dolayısıyla çocuklarını onunla okutacak üniversite sonuna kadar. Bazıları ben şehitlerin çocuklarının üniversiteyi okumasını sağlayacağım diyor vesaire birçok bu istikamette gelen teklifler var, bunlar AFAD’da toplanacak. Ama bu paralelin derneklerine, bu paralelin varsa vakıflarına sakın ha, bunlar kendilerine göre televizyon programlarıyla şunlarla bunlarla aldatırlar ve ondan sonra da bu paralar biliyorsunuz farklı yerlere giderler, bunlar kara para. Bu kara paraları da bunlar bazı şirketleri vasıtasıyla aklarlar, bu oyunlara gelmeyelim.

Kardeşlerim, bugün önemli görüşmelerimiz var. Biraz sonra Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Berdimuhammedov ile bir çalışma yemeğimiz olacak ve ondan sonra heyetler arası görüşme yapacağız. Ardından Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Atambayev ile Türkiye-Kırgızistan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği ikinci toplantısını yapacağız. Bu görüşmelerin de ülkelerimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Sözlerime bu noktada son veriyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.