loader image

Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mayıs 2014 Grup Konuşması

Çok değerli misafirler, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler; haftalık Grup Toplantımızın başında sizleri en kalbi duygularımla selamlıyor, Grup Toplantımızın ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Grup Toplantımıza katılan tüm misafirlerimize de hoş geldiniz diyor, heyecanlarından, coşkularından, muhabbetlerinden dolayı her birine tek tek teşekkür ediyorum.

Konuşmamın hemen başında, bize milletçe çok büyük bir gururu yaşatan, Fransa’da Cannes Film Festivali’nde Kış Uykusu adlı filmiyle Altın Palmiye ödülü alan değerli sanatçımız Nuri Bilge Ceylan’ı tebrik ediyorum.

Cumartesi akşamı Almanya dönüşünde geç bir saatte kendilerini telefonla aradım ve tebrik ettim. Gerçekten ülkemiz adına, sinemamız adına çok büyük bir uluslararası başarı. Yönetmen Sayın Nuri Bilge Ceylan’la birlikte filmin tüm ekibini de tebrik ediyorum.

Kültür ve Turizm Bakanlığımıza da bu filmin yapımına vermiş olduğu destek sebebiyle ayrıca teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 2010 yılında Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara Gemisinde biliyorsunuz İsrail askerlerinin saldırısı nedeniyle 9 kardeşimiz şehit olmuştu, 30 kardeşimiz de yaralanmıştı. Yaralananlar arasında olan Süleyman Uğur Söylemez kardeşimiz 4 yıldır yoğun bakımda bitkisel hayat yaşıyordu, Cumartesi günü hak baki oldu ve Süleyman kardeşimizi Hakk’a uğurladık; Rabbim bu şehidimizi rahmetiyle kuşatsın inşallah.

Süleyman kardeşimize de, ondan önce Hakk’a yürüyen 9 Mavi Marmara şehidimize buradan rahmet niyaz ediyorum.

Merhum Süleyman kardeşimizi 2010 yılında hastanede ziyaret etmiş, daha sonra evinde kendisini ziyaret etmiştim, gerçekten ailesinin kendisine bakışı her türlü şükranın üzerindeydi, Allah ailesinden de razı olsun.

Ve bu vesileyle buradan bir kez daha ailesine, yakınlarına, dostlarına sabır ve başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Hafta içinde İstanbul Okmeydanı’nda yapılan şiddet eylemleri sırasında maalesef 2 vatandaşımız, Uğur Kurt ve Ayhan Yılmaz hayatlarını kaybettiler. Hayatını kaybeden iki vatandaşımızın ailelerini telefonla arayarak kendilerine taziyelerimizi, üzüntülerimizi, acımızı ilettik. Ayrıca, olaylarda yaralan polis kardeşlerimizi de arayarak onlara da geçmiş olsun dileklerimizi ilettim. Bu elim olay vesilesiyle burada birkaç hususu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bakın bu yıl, 2014 yılında Birinci Dünya Savaşı başlangıcının 100. yıldönümünde bir kez daha tüm boyutlarıyla bunu değerlendiriyoruz. 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da yapılan bir suikast Birinci Dünya Savaşının çıkmasına bildiğiniz gibi neden olmuştu, yaklaşık 10 milyon insan bu savaşta hayatını kaybetti. Osmanlı Devleti bu savaşta hem en çok zayiatı veren, hem de en çok toprak kaybına uğrayan ülke oldu, Mondros Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti çok ağır şartlara mahkum edildi ve Misakı Milli sınırlarından dahi dar bir coğrafyaya dar edildi. Bize Misakı Milli sınırlarını dahi çok gördüler, ülkenin tamamını teslim almak için işgal başattılar, Kurtuluş Savaşımızla millet olarak bu işgali sona erdirdik, birkaç istisna dışında Misakı Milli sınırlarımıza da kavuştuk.

Birinci Dünya Savaşının 100. yıldönümünde burada şu hususu açık açık ifade etmek durumundayız: Savaşın sonunda Osmanlı Bakiyesi topraklar adeta cetvelle çizilir gibi şekillendirilirken, Osmanlı Bakiyesi olan, Osmanlı ve Selçuklu’nun mirasını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti de, altını çizerek ifade ediyorum, sürekli baskı ve kontrol altında tutulmak istendi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar Türkiye Cumhuriyeti’ne devredildi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan kimi acılar, kimi sorunlar, kimi tartışmalar Türkiye Cumhuriyeti’ne yönetildi. Bilhassa Kürt, Alevi vatandaşlarımızın, onların üzerinden iki mesele sürekli gündemde tutuldu, sürekli kaşındı. Bu iki mesele Türkiye’nin hasımları tarafından elverişli bir tahrik vasıtası olarak görülürken, en yazık ki içeride de bu iki meseleyle alakalı çok büyük yanlışlar yapıldı. Bu ülkenin asli unsuru olan Birinci Dünya Savaşında, Kurtuluş Savaşında, ardından kuruluşta asli unsur olarak yer alan Kürt kardeşlerimize karşı bizim dönemimize kadar ret, inkar, asimilasyon politikaları uygulandı. İçire sorun ret edilirken, dışarıdan da her fırsatta değişik tarihlerdeki isyanlara ve son 30 yıldır maruz kaldığımız teröre destek verildi.

Öbür yandan, Alevi kardeşlerimizin varlıkları bile inkar edildi, görmezden gelindi, ağır tahriklere baskılar sürdürüldü, Dersim’de yüzlerce Alevi vatandaşımız katledildi, binlercesi tehcire zorlandı. CHP’nin dününde ve bugününde Dersim olaylarına, katliamına karşı duranı gördünüz mü, ses çıkarını gördünüz mü? Şu anda Ana Muhalefetin Genel Müdürü Dersimli değil mi? Hiç konuştuğunu gördünüz mü? Konuşamaz, çünkü o işin faili CHP, onun için konuşamaz. O işin arkasında duran CHP, onun için konuşamaz ve konuşamıyor, konuştuğu anda birçok şeyler ortaya çıkacak.  Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta, Gazi Mahallesi’nde kardeşlerim, sonu maalesef çok acı biten elim hadiseler yaşadı.

Arkadaşlar, komplo teorilerinin kolaycılığına biz asla ve asla sığınmadık, dışarıdan düşman arayarak içimizdeki meseleleri inkar yoluna asla gitmedik. Biz Türkiye’nin 100 yıldır karşı karşıya kaldığı meselelerin tamamen farkında olduk, mevcut sorunların içerideki nedenlerinin tamamen fırkandı olduk. Ancak, bu meselelerde dışarıdan yapılan tahrikleri, provokasyonları, dışarıdan yürütülen kampanyaları asla göz ardı edemeyiz. Dikkat edin, Türkiye’de işler ne zaman iyiye gitmeye başladıysa ülkemizin başına dert açmaya gayret edenler oldu. Türkiye enerjisini, birikimini, kaynaklarını kalkınma için seferber etmeye başladığı her dönemde ya teröre maruz kaldı, ya içeride ağır tartışmalara maruz kaldı ya da darbelere maruz kaldı. İçeride ve dışarıda birtakım karanlık eller işbirliği yaptılar, el birliği yaptılar, Türkiye’nin enerjisini tüketmek için her türlü kirli, karanlık senaryoyu devreye aldılar.

Bakın, biz ülke olarak İkinci Dünya Savaşına fiilen katılmadık, bu işin içinde yoktuk, savaşın doğrudan etkilerine asgari düzeyde maruz kaldık.

Şu soruları milletçe kendimize sormak zorundayız: Japonya İkinci Dünya Savaşında yenildiği halde, 2 tane atom bombasıyla çok ciddi yıkıma maruz kaldığı halde bugün nasıl dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmiştir?

Avrupa’nın hemen her ülkesi İkinci Dünya Savaşında çok ağır bedeller ödedikleri halde bugün nasıl bu refah seviyesine ulaşmışlardır?  Ki bunların en önemlisi Almanya, İkinci Dünya Savaşında deyim yerindeyse taş üstünde kalmayacak biçimde yıkıldığı halde bugün nasıl Avrupa’nın bir, dünyanın ise en büyük en büyük konumuna gelmiştir.

1922’den bu güne kadar sadece Kıbrıs’a bir Barış Harekatı yaptık, onun dışında fiili olarak katıldığımız hiçbir savaş yok, topraklarımıza karşı da saldırı yok. Yaklaşık 100 yıldır barış içinde bir ülke olmamıza rağmen kalkınma yarışına biz neden bu kadar geç katıldık, bu soruyu kendimize sormamız lazım. Çünkü ülke olarak enerjimizi başka yerlere sarf etmek zorunda kaldık. İçerideki tartışmalarla, içerdeki gerilimlerle, içerideki tahriklerle biz enerjimizi, kaynaklarımızı, birikimlerimizi adeta heba etmek zorunda kaldık. İçeride neredeyse 35 yıl oldu terörle mücadele eden bir Türkiye var.

Çok daha enteresanı, bir başörtüsü meselesini bu ülke tam 40 yıl tartışmak zorunda kaldı, tartışmak zorunda bırakıldı. 40 yıl boyunca üniversite denildiğinde akla bilim değil, eğitim değil, özgürlük değil, başörtüsü yasağı getirildi. Yazık değil mi arkadaşlar, bu ülke bunu hak ediyor muydu? Bu yasağı koyanlar, uygulayanlar, savunanlar bu ülkeye yazık etmediler mi?

Kültürel haklar konusu neredeyse bir asır boyunca bu güzel ülkemizde ne yazık ki tartışıldı. İnsanlar ana dillerini konuşurlarsa, annelerinden öğrendikleri dili konuşurlarsa ülke bölünür, parçalanır diye toplumu korkuttular. Biz engelleri kaldırdık ve bu ülke hamdolsun bölünmedi, tam tersine daha da güçlendi. Bir asır boyunca bu yasakları savunanlar bu ülkeye yazık etmediler mi?

Çok açık söylüyorum, değerli kardeşlerim, bizi millet olarak anlamsız tartışmalarla, anlamsız yasaklarla, sanal gündemlerle on yıllarca, hatta asırlarca oyaladılar, meşgul ettiler, her 10 yılda bir yaptıkları darbelerle ya da darbe girişimleriyle bize ağır bedeller ödettiler. Belli zamanlarda yapılan tahriklerle, çatışmalarla bize ağır faturalar yüklediler. Bizim 77 milyon hep birlikte işte bu oynanan oyunu milletçe görmemiz gerekiyor. Türkiye üzerine içeriden ve dışarıdan kurulmuş olan bu tezgahları, bu tuzakları çok iyi görmemiz, anlamamız gerekiyor.

Bakın bunu defalarca ifade ettim, defalarca hatırlattım, yine hatırlatıyorum; şu anda Mayıs ayındayız, işte geçen 28 Mayıs’ta biliyorsunuz Türkiye’nin nasıl bir konumda olduğunu lütfen hatırlayın.

Tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birini Türkiye başarıyla geride bırakmış, dünyanın en büyük ekonomileri daralırken yüzde sıfır üzeri, 1, 2 oranlarında büyürken, Türkiye yüzde 4, yüzde 5 büyüme oranlarını yakalamıştı.

2010 yılında bir halk oylaması yapılmış, hem demokrasi güç kazanmış, hem hukuk, hem ekonomi güç kazanmış, 2011 yılında genel seçimler yapılmış, istikrar ve huzur güç kazanmıştı.

Çözüm sürecinde çok önemli bir aşamaya gelinmiş, Nevruz barış içinde, huzur içinde kutlanmış, Doğu’dan, Güneydoğu’dan acı haberler artık gelmiyordu. İşte o günlerde batıdaki insanların koşarak doğuya gittiklerini, kardeşleriyle kucaklaştıklarını görüyorsunuz. İş adamlarının Doğu’ya, Güneydoğu’ya koşup yeni yatırımlara hazırladıklarını görüyorsunuz.

Önümüzde hiçbir engel yok, umutla, kararlılıkla geleceğe ilerliyoruz, işler o kadar iyi gidiyor ki, 2013 yılının Mayıs ayında Cumhuriyet tarihimizin en büyük başarılarına imza atıyoruz. Borsa rekor kırıyor, Merkez Bankası rezervi 135 milyar dolar rakamına ulaşıp rekor kırıyor, IMF’e borç 14 Mayıs’ta sıfırlanıyor, ihracatta rekor var, enflasyon ve faiz en düşük seviyelere iniyor, nükleer enerji için imzalar atılıyor, Japonya’yla imzayı attığımız ay, üçüncü havalimanı için ihale yapılıyor, Türkiye adeta şaha kalkmış, ne küresel kriz, ne bölgesel meseleler Türkiye’yi durduramıyor, böyle bir dönemdeyiz, böyle bir ayın içerisindeyiz, 77 milyon hep birlikte 2023 hedeflerine inanmış şekilde umutla geleceğe yürüyoruz; ama sonra bir şey oluyor, İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan eylemler. Neymiş? Ağaçlar sökülüyormuş, 12 tane ağaç bir yerden sökülüp bir başka yere nakledilecek ve bu istismar edilerek dalga dalga bunu ülke geneline yayıyorlar. Düğmeye bir yerden basılıyor ve hemen ülkede legal, illegal örgütler işbirliği yaparak huzuru bozacak, istikrarı sarsacak bir noktaya bu işi ulaştırıyorlar. O kadar sistemli, o kadar hazırlıklı bir saldırı yapılıyor ki, aynı anda huzur, istikrar, demokrasi, özellikle de ekonomi hedefe alınıyor. Bakıyorsunuz, birden borsa gerilemeye başlıyor, faiz yükselmeye başlıyor. Yurt dışında Türkiye aleyhine kampanyalar başlatılıyor, uluslararası yatırımcılar tedirgin yediliyor. İçeride şu ifadeyi kullanıyorlar: Tüketmeyin, ekonomi dursun diye çağrılar yapılıyor. Her gün sokaklarda şiddet görüntüsü, her gün sokaklarda vandallık, bütün bu görüntüler dünyaya sanki Türkiye’nin genelinde bir terör esiyor gibi servis ediliyor. Ana Muhalefet Partisi olayların daha da büyümesi için kışkırtmalar yapıyor, Ana Muhalefet Partisinin milletvekilleri bizzat olayların içerisinde aktif rol alıyor. Milletvekilleri göstericilere bakıyorsunuz erzak dağıtıyor, para dağıtıyor, polislere de hakaret ediyor. Medya, yandaş medyaları her türlü yalanı yazarak, gerek sosyal medyada, gerek yazılı, görsel medyada insanları sokağa dökmek için elinden geleni yapıyor. Malum işverenler, işveren örgütleri ekonomiyi durdurmak için sorumsuzca açıklamalar yapıyor. Türkiye hem içeriden, hem dışarıdan ağır bir saldırıya maruz kalıyor.

Değerli kardeşlerim, o malum işverenler ve o işveren örgütleri vesaire, bunların içerisinde tabi diğer işçi örgütleri, bunlar da var, bir kısım memur örgütleri, bunlar da var, el birliği ederek sanki bütün bu olayların adeta sorumlusu olarak da bizleri göstermeye gayret ediyorlar. Ortada herhangi bir şey yok, ama buna rağmen tek gerekçeleri ne? 12 tane ağaç, işi buradan başlayarak farklı yere doğru taşıyorlar. Allah’a hamdolsun, dik durduk, sağlam durduk, eğilmedik, bükülmedik ve bu saldırıları bertaraf ettik.

Gezi’de istediklerini elde edemeyenler bu kez de yeni bir hazırlığın içerisine girdiler, 17 Aralık, 25 Aralık darbe girişimlerine başvurdular, orada da hedef aynıydı, orada da yolsuzluk kılıfı altında demokrasiyi hedef aldılar, istikrarı hedef aldılar, milli iradeyi hedef aldılar. Biz ona da eyvallah etmedik, orada da dik durduk, ülkeyi sağ salim seçime götürdük, 30 Mart’ta milli irade tecelli etti. Ne oldu? Millet bu darbe heveslilerine en güzel cevabı sandıkta verdi. İşte şimdi şu anda Türkiye’yi bir başka meseleyle, bir başka hassas konuyla, mezhep farklılıklarını kaşıyarak yeniden tahrik etmenin mücadelesi içindeler, hem içeride, hem de dışarıda Alevi vatandaşlarımız üzerinden kendi hesaplarını görmek isteyenler, bu konuyu elverişli bir istismar vasıtası olarak görenler yeniden kollarını sıvadılar, yeniden harekete geçtiler.

Bakın bir süredir bunun provaları zaten yapılıyordu, işte bildiğiniz gibi bu hafta sonu Cumartesi Almanya’daydım, aynı gün Almanya’da bizim oradaki toplantımızın yapıldığı o muhteşem salonun yakınından bir nehir geçiyor, nehrin karşı tarafında da oradaki Ali’siz Alevilere orada miting yapma izni verilmiş. Dert; bizim yaptığımız veya yapacağımız o toplantıyı adeta acaba nasıl sabote ederiz, bunun gayreti içerine girdiler. Bütün bunlara rağmen Alman yönetimi orada tedbirlerini iyi almıştı, gerçi aynı anda bizim toplantımızın olduğu bölgeye yakın 5 ana merkezde o gün bize karşı olan gruplar tarafından toplantılar yapılıyordu. Değerli kardeşlerim, alınan güvenlik önlemleri başarılı olduğu için tabi hiçbirisi arzusuna ulaşamadı ve bizler de orada gerçekten Almanya’daki kardeşlerimizle muhteşem bir buluşmayı, coşku, heyecan dolu bir buluşmayı gerçekleştirdik; biraz sonra değineceğim.

Fakat, Türkiye’de Alevi vatandaşlarımızın kapılarına işaretler konuluyor, CHP’nin bazı milletvekilleri utanmadan, sıkılmadan her türlü iftirayı, yalanı kullanarak Alevi vatandaşlarımızı tahrik ediyor, Reyhanlı saldırısında bunu denediler, Hatay’da bunu denediler, Malatya’da, Adıyaman’da bunu denediler, Gezi olaylarında, 1 Mayıs olaylarında bunu denediler, kendi milletvekilleri bizzat bu işin aktörü oldular, hepsinde başarısız oldular. En son Okmeydanı’nda bir kez daha bunu denediler, orada da başarısız oldular. İşte merhumun kız kardeşinin sesini duydunuz değil mi? Ne diyor? Eğer siz bu eylemleri yapmamış olsaydınız benim kardeşim ölmeyecekti diyor; vaka bu. Ortada herhangi bir şey yok, herhangi bir sıkıntı da yok ve Uğur, GBT’sinde de en ufak bir olumsuz yanı da yok, sadece kendisi cemevine gidiyor, orada maalesef böyle bir olayla karşı karşıya kalıyor.

Şunu görelim artık arkadaşlar: Yüzyıldır aynı bayat senaryoyu Türkiye’ye saldırmak için kullanıyorlar, yüzyıldır Türkiye’yi yerinde saydırmak, Türkiye’yi meşgul etmek, Türkiye’yi zayıflatmak için kullanıyorlar. Biz bu bayat senaryonun dışarıda yazıldığını, dışarıdan desteklendiğini söylediğimizde birileri çıkıyor, istihza ile hedefi saptırmaya çalışıyor. Allah aşkına, Okmeydanı’nda olayların başını çeken eli kanlı terör örgütünün dışarıdan desteklenmediğini söyleyecek olan var mı? Yerli bir örgüt olduğuna bunun inanan var mı? Bunların nerelerden beslendiğini hepimiz biliyoruz, nerelerde korunduklarını, kollandıklarını biz çok iyi biliyoruz. Biliyorsunuz, DHKP-C terör örgütünün kampları Yunanistan’da, o kamplarda eğitim alarak Türkiye’ye girenleri gördük. En sonunda Yunanistan yönetimi bunlara bir darbe indirdi ve belli bir yere kadar bu işi durdurdular; acaba sıfırladılar mı? Ona hala kani değilim. Hangi ülkelerin bunlara kol kanat gerdiğini, kimlerin bunlara kamp verdiğini, lojistik sağladığını, kimlerin bu örgütün sırtını sıvazladığını gayet iyi biliyoruz. Bunların da başında olanlara defaatle belgelerle bunları hep gösterdik, gösterdim. Fakat dert başka, dert güçlenen Türkiye’yi acaba nasıl böleriz, acaba nasıl zayıflatırız, bütün mesele bu, çünkü güçlü bir Türkiye’yi asla kabullenmiyorlar, kabullenemiyorlar. Fakat, isteseler de, istemeseler de Türkiye artık güçlenme noktasında damarı yakalamıştır ve güçlenerek de buna devam ediyor.

Değerli kardeşlerim, Alevi vatandaşlarımızın sorunları ne bu örgütün, ne de bu örgütü besleyenlerin umurunda bile değil. CHP Genel Müdürüne defalarca çağrı yaptım, bu örgütle aranıza mesafe koyun, bu örgütü koruyup kollamaktan vazgeçin diye defalarca uyarı yaptım. Özellikle de o malum Tunceli milletvekili başta olmak üzere, CHP milletvekilleri adeta CHP’nin değil, o örgütün vekilleri gibi davranmakta hiç tereddüt etmediler ve etmiyorlar. Bir tane CHP milletvekili de çıkıp bunun hesabını sormuyor, zaten Genel Müdürün bu işlerle hiç alakası yok, o Genel Müdürlük yapıyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir vekili gibi değil, Suriye’deki diktatör, zalim rejimin adeta temsilcisi gibi davranan vekillere CHP içinden birileri çıkıp, siz ne yapıyorsunuz demiyor. CHP vekilleri Esad’a götüren rehberin Reyhanlı saldırısına karıştığını belgeleriyle ortaya koyduk, Hatay’da bazı CHP’lilerin, bazı vekil yakınlarının saldırıya karıştıklarını ortay koyduk, CHP içinden bir tane yürekli vekil çıkıp da ne oluyor diye sormadı.

Arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi Alevi vatandaşlarımızın duygularını istismar etmekten, onları tahrik etmekten, onlar üzerinden Türkiye’de çatışma senaryolarını beslemekten başka hiçbir şey yapmamıştır ve yapmaz. Faili oldukları Dersim olaylarıyla aradan yaklaşık 80 yıl geçmiş olmasına rağmen yüzleşme cesaretini göstermediler. Bugüne kadar Alevi vatandaşlarımız için duygularını istismar etmek dışında hiçbir şey ortaya koymadılar. CHP sadece tahrik eder, sadece duyguları istismar eder, biz ise bu konuda 12 yıl içinde defalarca adım attık, defalarca reform yaptık, daha fazlasını da yaparız ve yapacağız.

Normalleştikçe ülkemiz, Türkiye tabi mecrasına girdikçe, on yıllardır, asırlardır devam eden sorunlar tek tek ortadan kalkıyor, bütün anlamsız yasaklar, bütün anlamsız kısıtlamalar ortadan kalkıyor. Biz Alevi kardeşlerimizin sorunlarının da ne içeride, ne dışarıda bir istismar ve tahrik aracı olarak kullanılmasına asla rıza göstermeyiz. Yüzyıl boyunca zaman zaman yapıldığı gibi, Alevi vatandaşlarımız üzerinden provokasyon yapılarak Türkiye’ye zarar verilmesine asla rıza gösteremeyiz.

Kardeşlerim, Hızır Paşa’lar asırlar öncesinde kalmıştır, açılın kapılan şaha gidelim diye umutsuzca başka yerlerden medet arama dönemleri de asırlar öncesinde kalmıştır.

Hep söyledik, yine söylüyoruz; Türkiye’de kimin ne meselesi, kimin ne derdi varsa o bizim meselemizdir, bizim derdimizdir. Aradan eli kanlı örgütler çekildiğinde, aradan istismarcılar, tahrikçiler çekildiğinde, inanın her mesele çözülecek, çözüm yoluna girecek. Birileri yarayı derinleştirmeye çalışırken, biz yaralara şifa olmanın, yaralara şifa bulmanın samimi mücadelesi içindeyiz.

Alevi vatandaşlarımızın da bu yaşananlardan rahatsız olduğunu biliyorum. Alevi vatandaşlarımız lütfen aradaki istismarcılara, ikiyüzlü siyasetçilere prim vermesinler, onları istismar ederek Türkiye üzerine karanlık senaryolar yazanlara lütfen dikkat etsinler. Polisle çatışarak, cam, çerçeve kırarak masum insanların, hatta çocukların ölümüne zemin hazırlayarak hiçbir meselenin çözülemeyeceğini, yaranın dahi bir defa bu noktada şifa bulamayacağını bilmeleri lazım.

Halktan silah isteyen bir zihniyet, Türkiye’nin, milletin, özellikle de Alevi vatandaşların iyiliğini düşünüyor olabilir mi? İşte şurada Soma’da yaşananlar, ya orada bile bakıyorsunuz Alevi vatandaşlarımız sağdan, soldan toparlayıp Soma’ya getiriyorlar. Niye? Bu defa da Soma’yı karıştıracaklar. 301 evladımız, kardeşimiz orada şehit olmuş, onlar bunun üzerinden ne elde ederiz, bunun gayreti içerisindeler. İşte elinde silahlarla İstanbul sokaklarında terör estirmeye çalışan bir zihniyet, kardeşliğin, birliğin, dirliğin peşinde olabilir mi? Silahla, şiddetle kim ne elde edebilir? Silah ve şiddet hangi sorunu çözdü, hangi sorunu çözebilir? Bizim hiçbir meselemiz çözümsüz değil, büyüyen, güçlenen bir Türkiye’de hiçbir sorun kalıcı değil.

Çıkmış bakıyorsunuz Barolar Birliği’nde konuşma yapıyor. Konuşmasında da söylediği şey şu: Başbakan diyor kırılan cam, çerçevenin derdinde diyor. Ya Başbakan sadece kırılan cam, çerçeveyi konuşmuyor,  o da sorunlar, ama bu vesileyle oralarda yaralanan, ölen insanları da bu Başbakan konuşuyor. Bilesin ki, o cam, çerçeveler bir bütünün parçasıdır, biz bunu böyle kullanıyoruz. Fakat, belki de dünyada yalanı bu adam kadar mahir kullanan bir ikinci kişiyi bulamazsınız, bulamazsınız. Yani ya bunun eğitimini bir yerde özel olarak aldı veya genlerinde var, böyle birisi.

Değerli kardeşlerim, bizim derdimiz var, biz 77 milyonun huzuru için çalışıyoruz, ama bu ve benzeri kişilerin böyle bir derdi yok. Onlar terör üzerinden, anarşi üzerinden, kırıp-dökme üzerinden, öldürme, yaralama üzerinden rant elde etmeye çalışanlar. Aracıları aradan çektiğimizde, istismarcıları elimizin tersiyle ittiğimizde, yüz yüze, ruberu görüştüğümüzde, konuştuğumuzda, inanın aramızda hiçbir fark olmadığını tekrar göreceğiz. Merhum Aşık Veysel de zaten onu söylüyor, Yezid nedir? Ne Kızılbaş, değil miyiz hep bir gardaş? Bizi yakar bizim ataş, söndürmektir tek çaresi; olay bu.

Evet, bizi yakar bizim ataş, o ataşı da inşallah, kendi diliyle konuşuyor, tabi ki ateş, ama onu biz söndüreceğiz, birlikte söndüreceğiz.

Bakın bu aziz millet hiçbir zaman Alevi-Sünni çatışmasına prim vermedi, yaşanan onca tahrike rağmen Allah’a sonsuz şükürler olsun bu millet oyuna gelmedi. Sadece oyuna gelmemek yetmez değerli kardeşlerim, biz yeni Burak Can’ların terörize edilen, terörün içine sokulan yeni Berkin’lerin, Okmeydanı’ndaki olaylarda maalesef ölen Umut’ların, Ayhan’ların da yitip gitmesine tahammül gösteremeyiz. Hacı Bektaş-ı Veli’nin izinde bir olmak, iri olmak, diri olmak, böylece 77 milyon Türkiye olmak, 77 milyon kardeş olmak için hepimiz hassasiyet göstereceğiz.

Bu topraklar Hazreti Peygamber sevgisiyle, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hüseyin, Ehlibeyt sevgisiyle yoğrulmuş topraklardır. Bu topraklarda fitne filizlenemedi, Allah’ın izniyle, milletimizin ferasetiyle, dirayetiyle inşallah hiçbir zaman da filizlenmeyecek.

Bu vesileyle buradan, AK Parti Grubundan şimdi bir mesaj daha veriyorum, bu mesaj önemli bir mesaj ve burada aynı zamanda tabi ki BDP’ye, yeni adıyla HDP’ye bir çağrı yapıyorum veya ikisine, fark etmez; Diyarbakır Belediyesi önünde dağa kaçırılan çocukları için şu anda eylem yapan anneleri, babaları yürekten selamlıyorum.

Evet, 15 yaşında çocukları dağa kaçırılan, yürekleri yanan annelerin, babaların bu feryadını tüm Türkiye’nin, Türkiye ve dünya medyasının görmesini özellikle arzu ediyorum. Neredesin dünya medyası? Galatasaray Lisesi’nin önünde gelip oturma eylemi yapanları yazardınız, çizerdiniz, görüntülerdiniz, peki yavruları dağa kaçırılan bu anneleri niye görmüyorsun, niye bunları yazmıyorsunuz? Türkiye medyası, bir kısmını tenzih ediyorum, ama duyarsız kalanlara sesleniyorum, siz niye yazmıyorsunuz, siz niye görmüyorsunuz? Ey BDP, HDP, siz neredesiniz? Hani zaman zaman gidiyorsunuz anlaşıyorsunuz, alıyorsunuz geliyorsunuz ya, bu annelerin yavrularını da alıp gelin bakalım, alıp gelin. Bunların da adreslerini gayet iyi biliyorsunuz, nerede neyin olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Alıp geleceksiniz, alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer, bunu da çok açık söylüyorum.

Bugüne kadar anneler, babalar tehdit nedeniyle bu feryatlarını dile getiremiyordu, acılarını içlerine atıyorlardı. 15 yaşlarında nice çocuk kandırılıp dağa götürülüyor, pervasızca ölüme yollanıyor, cenazeleri dahi annelerine teslim edilmiyor, kimileri infaz ediliyor, tacize uğruyor, sömürülüyor, ama ailelerine yalan haberler veriliyordu. Terör örgütünden kaçan 3 kızın işkenceyle öldürülmesi henüz unutulmadı. Askerimizin mağaradan çıkan teröristle diyaloğu, teröristin annesini özlediğini ve görmek istediğini söylemesi henüz hafızalardan silinmedi. Doğulu, Güneydoğulu anneler artık yüreklerini ortaya koyuyor ve çocuklarının kaçırılmasına itiraz ediyorlar. Bu itirazın, bu feryadın duyulmasını, o annelerin haklı mücadelesinin 77 milyon tarafından desteklenmesini diliyoruz.

Ve ben de özellikle hanım milletvekili kardeşlerime, özellikle Diyarbakır’dan Oya ve Mine Hanım kardeşlerime ve bu konuda Grup Başkanvekili Belma Hanım kardeşlerime, hepsine oradaki kardeşlerini yalnız bırakmadıkları için teşekkür ediyorum.

Biz de anneleri çocuklarıyla buluşturmak için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceğiz.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli misafirler; 2004 yılında Avrupa’da Avrupalı Türk Demokratlar Birliği, kısa adıyla UETD adı altında bir sivil toplum örgütü kuruldu, Almanya’da dönemin Şansölyesi Sayın Schröder’le bu örgütün hizmet binasının açılışını birlikte gerçekleştirmiştik. Kuruluşunun 10. Yıldönümünde UETD Almanya’nın Köln şehrinde bir etkinlik düzenledi, Cumartesi günü Köln’e giderek bu kuruluş yıldönümü etkinliğine katılmak suretiyle beraber kutladık. Köln Arenada yaklaşık 20 bin vatandaşımızla bir araya geldik, hasret giderdik, tabi salonun dışında kalanları bu rakama dahil etmiyorum. Çünkü önce led kurulmasına müsaade etmişlerdi, sonra onu da yasakladılar, ki dışarıdan bunların izlenmesi olayı çok daha farklı bir hale getirecekler. Fakat led ekran kurulmamasına rağmen içerideki heyecan, coşku, gerçekten oluşan ambiyans çok çok farklıydı.

Değerli kardeşlerim, orada tabi iki şeyi bir arada yaptık. Soma’daki kaza ve yitirdiğimiz 301 şehidimiz nedeniyle 10. Kuruluş Yıldönümü etkinliği bir anma merasimi şeklinde geçti. Tabi indirilen, okunan hatmi şerifler, orada okunan arş-ı şerifler, kasideler, ilahiler ve orada yine aynı şekilde hocalarımızın, gerçekten çift hocamızın birlikte okumuş olduğu ezan o arenadaki havayı farklı bir heyecana, hem orada bir sükunet, bir suhulet, ama ardından büyük bir coşkuyu getirdi. Burada Diyanet İşleri Bakanlığı Başkan Yardımcımız Kamil hocamız orada duasını yaptı ve ardından Başbakan Yardımcımız olsun, UETD’nin Başkanı olsun, onların da konuşmaları oldu, ardından şahsım tüm katılanlara bir hitabım oldu.

Tabi Almanya’ya yapacağımız bu ziyaret Alman medyasında, bazı Alman siyasetçiler nezdinde çok ciddi tedirginlik oluşturdu. Alman medyasının önemli bir kısmı ziyaretimizi provoke etmek amacıyla çok aleni şekilde ırkçı ifadelere başvurmaktan dahi kaçınmadı. Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarıyla işbirliği içinde ortak bir dil kullanarak Alman medyasının yaptığı saldırıları elbette umursamadık, hatta bazıları bize oraya gitmememizin uygun olacağını söyledi. Dedik ki, orada 3 milyon Türk var mı? Var, biz oraya gideriz, bunu kimse engelleyemez, bedeli ne olursa olsun gideriz.

Ve ziyaretimizin hemen öncesinde Şansölye Sayın Merkel’le bir telefon görüşmemiz oldu, Sayın Merkel’le hem bu ziyaretimizi konuştuk, hem bölgesel meseleleri değerlendirdik, hem de Sayın Merkez bizlere bir kez daha Soma kazası nedeniyle taziyelerini iletti, hatta teknoloji noktasında da müşterek işler yapabileceğimizi ifade etti.

Almanya’da gayet güzel bir şekilde önce görüşmelerimizi yaptık, ardından da Köln Arenada ağırbaşlı, vakur, sağduyulu kardeşlerimizin arasında hasret giderdik.

Tabi şurası ilginç: Alman medyası ırkçı, ayrımcı, nefret dolu başlıklarla bize saldırırken, bizim ziyaretimizin hemen ertesinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri de Avrupa’da yükselen tehdidin güçlü bir sinyalini verdi. Biz yıllardır Avrupa’da artan ırkçı saldırılara dikkat çekmeye çalışıyoruz, özellikle Almanya’da Türklere yönelik Neo-Nazi cinayetlerine vurgu yapıyor, bu tehdide, bu tehlikeye Avrupa’nın önlem almasını her fırsatta ifade ediyoruz. Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları kaygılarımızın ne kadar haklı olduğunu, ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha teyit etmiş oldu.

Burada tabi bir şeyi de özellikle söylemek isterim.

Sözde bir Türk, oradaki bir siyasi partinin Eşbaşkanı, toplantımızın öncesinde ve döndükten sonra kullandığı ifadeler, o da çok çirkin. Sen nasıl demokratsın? Sen nasıl düşünce hürriyetinden yanasın? Seni Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanının oraya gelmesi bu kadar rahatsız mı ediyor? Orada vatandaşlarımızın bir kısmının olumsuz yaklaşımını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hangi tür ifadelerle nasıl yatıştırdığı ortada. Kusura bakma, senin Sayın Merkel’e ne kadar saygı duyacağını biz biliriz, ama biz saygıyı yerinde en güzel şekliyle ifade etmesini de biliriz. Ama önce sen kökenin itibarıyla, mensubu olduğun ülkenin Başbakanına bu şekilde konuşma hakkına sahip değilsin. Nerede milletvekili olursan ol, önce haddini bileceksin, önce haddini bileceksin.

Zaten Eşbaşkanlığını yaptığın bir başka bayan vardı, şimdi değil zannediyorum, o da zaman zaman bakarsınız birçok şeyler yapar, birçok şeyler konuşurdu, ama biz hiçbir zaman kalkıp da Türkiye’nin kapılarını onlara kapamadık. Sen yaptığın açıklamalarla Türkiye Cumhuriyeti Başkanının oraya gitmesinin doğru olmayacağını söyleyecek kadar ileri gittin. Bunlara senin gücün yetmez, önce haddini bil.

Değerli kardeşlerim, Türkiye içinde milletten yüz bulmayan, milletle aynı dili konuşamayan seçkinci zümreler, Avrupa başta olmak üzere yurt dışında kendilerine yandaşlar bularak Türkiye aleyhine ciddi bir karalama kampanyası yürütüyorlar. İşte bu dediğim zat diyor ki, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili kampanya burada yapılmaz. Kimsin sen ya, ne demek yapılamaz? 1,5 milyon insan orada oy kullanacak, tabi ki o insanlar, onlar da bu kampanyayı izleyecekler, takip edecekler. Ama Türkiye’de, ama orada, giden gider orada da yasal çerçevesi neyse, hukuki çerçevesi neyse o çerçeve içerisinde kampanyasını yapar. Sen buna engel koyamazsın, böyle bir yetkin yok. Türkiye’de de Almanya seçimleri için oy kullanacak olanlar varsa, gelirsin sen de burada böyle bir salon toplantısını yapabilirsin; mesele farklı. Ama alışacaklar, hazmedecekler, hiç şakası yok bu işin.

Türkiye üzerine yapılan değerlendirmelerin objektif olmaktan çok uzak olduğu, içerideki seçkinci zümrenin dilini kullandığını, zaman zaman ırkçılığa kaydığını müşahede ediyoruz. Türkiye’deki kimi medya kuruluşlarının, başta Ana Muhalefet Partisi olmak üzere kimi siyasetçilerin de Türkiye aleyhine bu karalama kampanyasının değirmenine su taşıdıklarını biliyoruz. Uluslararası basın kuruluşlarının, bazı Türk muhabirlerinin de gazetecilik namusunu, meslek şerefini bir kenara bırakıp bu kampanyalara dahil olduklarını da biliyoruz.

İşte en son Soma’da uluslararası bir medya kuruluşunun muhabiri olan Türk gazetecinin, bakın bunun altını çiziyorum, iki kadını figüran olarak kullandığını, yalan haber yaparak bütün dünyaya servis ettiğini gördük, yaşadık. Aslında bu kadınlar başı açık, ikisinin de başlarını örtüyor, üstü şişhane, altı kaval, sırıtıyor. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol, ne hal böyle? Bununla güya bu ülkedeki bizim insanımızı dünyada farklı gösterecek, böyle bir gayretin içerisine giriyorlar. Ama devran değişti, o bu tür bir dezenformasyon yapmak suretiyle aleyhe bir kampanya yapacağını zannederken tabi suçüstü yakalanıyor.  Gezi olayları esnasında, 17 ve 25 Aralık darbe girişimi esnasında bu benzer muhabirlerin davalarına hizmet için mesleki onurlarını nasıl çiğnediklerini gördük biz bunların.

Zaman zaman ifade ettim, Türkiye’nin imajı yalan haberlerle, iftiralarla, karalama kampanyalarıyla yıpranacak kadar zayıf, cılız bir imaj değildir artık, o devir gerilerde kaldı.  Biz artık güçlü ekonomimizle, aktif dış politikamızla, demokrasi yolundaki samimi mücadelemizle uluslararası platformlarda varız ve böyle var olmaya devam edeceğiz.

Bir başka husus da şudur değerli kardeşlerim: Hem bu kürsüde, hem de Köln’de vatandaşlarımızla buluşmamızda ifade ettim, Türkiye artık eski Türkiye değil, Türkiye, 100 yıl önceki gibi Mondros Mütarekesinde, Sevr, Lozan’da masanın kenarına iliştirilmiş bir ülke asla değildir. Masanın altından zaman zaman zevkle, zaman zaman ikazla ayakların birbirine tokuşturulduğu dönem değil, onlar geçti, köprünün altından çok sular aktı. Bu ülkede sorunları kaşıyarak, etnik köken, din, mezhep, yaşam tarzı farklılıklarını tahrik ederek hiç kimsenin operasyon yapmasına, ameliyat yapmasına müsamaha göstermeyiz. İçeride hiç kimsenin bu milleti, dışarıda da hiç kimsenin bu devleti azarlar bir tavır takınmasına eyvallah etmeyiz. Her türlü eleştiriye, yapıcı, yol gösterici her türlü tavsiyeye elbette açığız.

Cumhuriyet tarihinde Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusunda en kararlı adımları atan, en çok reformu yapan, Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliğine en çok yaklaştıran Hükümet biziz. Avrupa’nın demokratik değerlerini benimsemek, temel insan hak ve özgürlüklerini en ideal manada ülkemizde tesis etmek 12 yıldır temel hedeflerimiz arasında, biz bu hedeflere doğru kararlılıkla ilerleriz ve ilerleyeceğiz; bunu da kimse farklı şekillerde yorumlamasın. Bazıları çıkıyor diyor ki, Avrupa Birliği noktasında ne oldu? İşler durdu. Bunu diyen bütün köşe yarlarına sesleniyorum, medya mensuplarına sesleniyorum, biz iktidara geldiğimizde bir fasıl açılmış mıydı? Türkiye müzakereler oturacak bir ülke dahi değildi. Biz geldik, fellik fellik, şu kişi o zaman Başbakan dahi değildi, Genel Başkandım, Genel Başkan olarak 15 gün içinde 14 ülkeyi dolaştım, bunun içinde Amerika da dahil ve Sayın Bush’la o zaman oturduk bunu konuştuk. Ben bir Genel Başkandım, ama seçimi kazanmış bir ülkenin Genel Başkanıydım ve Başkan Bush’la oturduk bu konuları görüştüm o zaman. Avrupa’da da o zaman 15 üye ülke vardı, onların da 13 ve 14’ünü, 13 tanesini yine dolaştım ve bütün bunları ziyaret ederek süratle Avrupa Birliği müzakerelerine oturmak için adımları attık ve hamdolsun Başbakanlık görevinden sonra da hemen müzakerelerin başlatılmasına yönelik kararı çıkarttık. Ve şu anda 14 fasıl, ama bunların hepsi açıldı mı? Açılmadı. Niye? Avrupa’da öyle yaklaşımlar var ki, Fransa farklı bir tavır ortaya koydu, Almanya farklı bir tavır ortaya koydu, önce başka, sonra başka oldu. Ve 15 üyeliyken ortada olan müktesebat ve yapılan uygulamalar farklıydı, ama bir anda 25 üyeye çıkarıldı, uygulamalar değişti ve bakıyorsunuz Avrupa Birliği’ne alınan üyeler uygun oldukları gerekçesiyle değil, birçoğu siyasi kararla alındı, bu gerçekleri de gördük, şu anda da yaklaşım hala aynı.

Fakat bütün bunlara rağmen biz sabırlıyız, dersimizi de iyi çalışıyoruz, onu da söyleyeyim, bizim çünkü bütün kurumsal yapımız Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak oluşturuluyor, olgunlaştırılıyor. İşte bugün şu anda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacından çok, Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Yükselen ırkçılığın, İslamofobinin, hatta antisemitizmin panzehri çok net biçimde görülmüştür ki Türkiye’dir. Güçlü ekonomisiyle, standartları yükselen demokrasisiyle, bölgesinde herkesle diyalog kurabilme gücüyle Türkiye Avrupa Birliği için çok büyük bir imkandır. Bakın, son yıllarda bazı Avrupa Birliği ülkelerinde Türkiye iç politika malzemesi yapılmak isteniyor. Bizim tüm uyarılarımıza rağmen buna sessiz kalındı ve maalesef Avrupa değerlerini dahi tehdit edecek bir eğilim güç kazanmaya başladı.

Bakın, Mısır’daki darbeye Avrupa cesur bir şekilde çıkıp da darbe diyemedi, Suriye’de 4 yıldır devam eden insanlık dramını gündemine dahi alamadı, Filistin’deki trajedi on yıllardır zaten görülmüyor. Bunun sürdürülmez olduğunu Avrupa Birliği görmek durumundadır. Türkiye’nin Hükümetine, AK Parti’ye, AK Parti’ye oy vermiş milyonlara karşı takınılan ayrımcı ve ırkçı tavır, hakkaniyetle bağdaşmayan yaklaşım bize zarar vermez,  ama Avrupa değerlerini örseler. Bugün Türkiye’ye yönelik ırkçı manşetlere sessiz kalanlar, yarın o manşetlerin maliyetini gördüklerinde vakit çok geç olabilir. Biz manşetlerle gelen bir Hükümet değiliz, manşetlerle de gitmeyiz. İşte en son 30 Mart’ta manşetlerin milli iradenin yerine geçemeyeceğini herkes gördü, Avrupa’nın da bunu görmesini diliyorum.

Türkiye hakkında değerlendirme yaparken manşetlere değil, gerçek fotoğrafa bakıp hakkaniyet ölçüsünde değerlendirme yapmalarını, kendi adımıza değil, onların iyiliği adına temenni ediyoruz. İşte geçen yıl Mayıs’ta Merkez Bankası’nın rezervi 135 milyar dolardı, işte şimdi de bütün onların olumsuzluklarına rağmen 130 milyar doları yeniden yakaladık; olay bu.  Ve borsa ciddi manada düşmüştü, şimdi yine 78 bini filan yakaladı ve aştı, bakın faiz düşmeye başladı.

Ha, bu konuda açık, net söylüyorum, Almanya dönüşü yanımda olan 9-10 kadar basın mensubuyla yaptığım söyleşide de söyledim, Merkez Bankası bağımsızdır, aynı bir konu, ama Merkez Bankası uygulamaları hakkında kanaat açıklamak bir Başbakanın en tabi hakkıdır. Çünkü Türkiye’de enflasyon yükseldiği zaman vatandaş gidip de hesabını bunun Merkez Bankası’na sormaz, Türkiye’de faizden dolayı yatırımlar çöktüğü zaman veya bundan dolayı geri gidişimizde hesabını kimse gidip de Merkez Bankası’na sormaz veya bankalara sormaz, hesabını gelir bize sorar. Biz atmosferi balans etmekle görevliyiz, onun için de bizim düşüncelerimiz çok açık, nettir. Bu faiz oranı yüksektir, bu faizin düşmesi lazım ki Türkiye’de reel yatırım artsın.

Bakın, ben Lübnan’da söylemiştim, şimdi burada yine söylüyorum, burada defaatle söylemiştim, bir defa biz sıcak parayla bir ülkenin kalkındığına inanan iktidar değiliz, kimse bizi bununla aldatmasın. Biz reel yatırım için gelene mukayese edilemeyecek derecede hoş bakar ve onların atacağı adımlara da her türlü desteği veririz, çünkü bize gelecek fayda orada.

Eğer siz yüksek faizle kredi vermeye kalkarsanız, benim ülkemdeki özellikle iç sermaye, yerli sermaye yatırım yapabilir mi? Yapamaz. Yatırımı neyle yapacak? Eğer finansın maliyeti ucuzsa onun yatırım yapma şansı vardır, eğer finansın maliyeti yüksekse bu yatırımı yapmak çok zordur ve daha yatırımı bitiremeden çöken biz girişimcileri biliyoruz ve bunun önünü açmamız böyle olacak. Finans sektörü şöyle kar etmiş, böyle kar etmiş; tabi öyle bir ihtiyaç var ki, öyle ballandıra ballandıra anlatılıyor ki, bakıyorsun birçok vatandaşımız, tüketiciye kadar hepsi bankaların kapısına üşüşüyor, ondan sonra onlar da birbiriyle karda yarışıyorlar. Birisi diyor ki, benim bu yılki kârım diyor işte 1,5 katrilyon, öbürü diyor ki, benimki işte 1.200 katrilyon, öbürü şu kadar katrilyon filan. Tamam da kardeşim, biz finans sektörünün varlığından rahatsız değiliz, ya 1,5 kazanacağına 750 kazan arkadaş, ama diğerini de gel bu ülkedeki yatırımcıya daha düşük faizlerle ver; mesele bu. Ama dert, daha fazla kazanmanın hırsı, ülkeyi yükseltmenin, yüceltmenin hırsının çok ötesinde.

Kendilerine hep şunu söylüyorum: Amerika’da faiz oranı ne? 1. Japonya’da eksi. İsrail’de ne? O da o civarlarda,  1 vesaire. Onlar bu şekilde bunu yapıyor da, siz niye buraları bu şekilde düşünmüyorsunuz? 50 dereden 5 türlü su getiriyor. Onlar bu oranda faizlerle kazanmıyorlar mı? Kazanıyor, ama onlarda kazanma hırsı bu kadar fazla değil, çünkü onlar kendi ülkelerini de düşünüyorlar. Şimdi benim bu ifadelerim tabi onları rahatsız ediyor, biliyorum. Niye? Çok kazanmaya alışmışlar.

Ve bir de, kendi öz sermayeleriyle değil ha, onu da söyleyeyim, bütün mudinin imkanlarıyla, tabi açarken bir sermaye koyacak, o kadar da olsun; bu da bir vaka.

Ve Merkez Bankamızla, kendilerine de söylüyorum, siz bugüne kadar açıkladığınız enflasyonlarda hiçbir zaman tutturabildiniz mi? Tutturamadınız, yıl içinde bir kere, iki kere, üç kere hep revize ettiniz, faizi de aynı şekilde, ama artık yetti, bunu söylemek zorundayız. Ve faiz sebeptir, enflasyon neticedir, bize değişik yerlerden değişik gerçekler getiriyorlar, bırakın o işi.

Bakın ben bir temel unsur söylüyorum, faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Biz yüzde 63 devletin borçlanma faiziyle aldık, o zaman yüzde 30’du enflasyon, faiz inmeye başladı, indi indi indi, onunla beraber enflasyon da indi ve biz tek haneli rakamları yakaladık. Bu örnek ya, bundan daha güzel örnek olur mu?  Ve enflasyonla faiz doğru orantılıdır, ters orantılı değil, birini yükseltir, birini düşürsen bütün dengeleri altüst edersin, çünkü ikisi birden ya düşer, ya yükselir. Nitekim de işte bakın 5 puan artırdılar ve o orada enflasyon da ne yaptı? O da sıçradı. Bunlar ortada, gerçek, artık bunu görmemiz lazım, ona göre de herkesin şöyle başını iki elinin arasına alıp değerlendirmesi lazım, bu ülke bizim. Bilmem hangi kuruluş ne demiş, hangi kuruluş ne demiş değil, biz ne dedik, bunu düşünmeleri lazım.

Ve bizim süratle kalkınmamız ve bu ülkenin yatırımlarına devam etmesi lazım, çünkü istihdam orada. Biz işsizliği de çözeceksek neyle çözeceğiz, reel yatırımla çözeceğiz. Sıcak parayla işsizlik çözülür mü? Sıcak para gelir, ha bu ülkede faiz nasıl olsa yüksek, faiz yüksek olduğu için gelir parayı buraya koyar, buradan alır gene götürür; bunu bu şekilde değerlendirmemiz lazım. Ha, reel yatırım için gelsin, başımız, gözümüz üstüne, eyvallah. Her türlü desteği de veriyoruz, hele hele 6’ncı bölge, 5’inci bölge, 4’üncü bölge, arsasından, arazisinden tutun vergi muafiyetlerinde, enerjide, her şeyde destek veriyoruz ya. Niye? Yeter ki gelsinler yatırımlar yapsınlar.

Değerli arkadaşlar, bunu da bu şekilde hatırlatmayı özellikle zaruret telakki ettim.

Ve tabi bir şeyi daha söylemem lazım, biz siyasetçiyiz, halka hesabı biz veriyoruz, onun için Merkez Bankası’nın yönetimi veya yöneticileri sadece kendi kendileri içerisinde bir hesabı yapmak durumundadırlar, onların hesabı verdiği merci millet değil, biz de değiliz. Neymiş? Bağımsızmış, ama bilecekler ki biz bu millete er veya geç bunun hesabını vereceğiz. Ha, vakti dolduğu zaman da tabi biz gereğini yaparız, ayrı mesele, ama bu işi çözmek zorundayız.

Ben düşüncelerimi, kanaatlerimi açıkça ortaya koydum, daha önce kendilerine de bunları söyledim, söylüyorum, ama buna rağmen farklı bir anlayışın içerisindeler. Şu anda faizde tabi genel bir havayla bir düşüş var, şimdi onlar da bunu görüyorlar, ama bu onların, yani yarım puanlık repoyu düşürmeleriyle sağlanmış bir şey değil, onu da geçen günü söyledim, bu ayıptır dedim. Böyle yarım puan yarım puanla bu milletle dalga geçmeyin, alınacak kararların ciddi olması lazım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün 1960’da merhum Menderes ve Demokrat Partiye karşı yapılan 27 Mayıs darbesinin 54’üncü yıldönümü. Bu vesileyle, merhum Menderes, merhum Polatkan ve merhum Zorlu başta olmak üzere, Demokrat Parti çatısı altında ülkeye hizmet vermiş tüm siyasetçileri bir kez daha hayırla yad ediyoruz.

54 yıl önce Türkiye’ye çok ağır bir bedel ödeten darbe yaşandı, 54 yıl içinde benzeri teşebbüsler oldu. Umudumuzu yitirmedik, karamsarlığa kapılmadık, demokrasi yolunda önemli mesafeler kat ettik, 27 Mayıs’ın 54 yıla yayılan izlerini tek tek sildik, silmeye devam ediyoruz. Vesayet özlemi içinde olanlar, darbe özlemi içinde olanlar yine var, millet iradesini yok sayıp, sandığı yok sayıp ülkeye kendi hırsları istikametinde yön çizme sevdası içinde olanlar yine var. Ancak, Allah’a hamdolsun ki, yaptığımız reformlar sayesinde, özellikle de dik duruşumuz sayesinde milli irade hiç olmadığı kadar güç kazanmış, yerini sağlamlaştırmıştır.

27 Mayıs’tan bugüne kalan izler olduğunu hepimiz biliyoruz, en son 17 ve 25 Aralık darbe girişimi, 27 Mayıs zihniyetini yeniden canlandırma, atağa geçirme, seçilmiş hükümeti devirme özleminin tezahürüydü, milletin iradesine ve demokrasiye çok sıkı şekilde sahip çıkmasıyla bu tehdidi, bu tehlikeyi bertaraf ettik.

Afyonkarahisar’da ve önceki gün Yalova mitingimizde açıkladım, merhum Menderes için daha 27 Mayıs darbesi yapılmadan değerli kardeşlerim, içinde, burası çok ilginç, sabık Başbakan ifadeleri geçen iddianameler hazırlanmıştı. Daha karar kesinleşmemiş, ama öbür tarafta darağacı hazır bekliyor. Ne diyor? Çok enteresan, sabık Başbakan. 54 yıl sonra bizim için de 17 Aralık, 25 Aralık darbe girişimleri oldu ya, ardından polisteki tutanaklar elimize geçti, bakın çok ilginç ve bu tutanakta da şahsımla alakalı dönemin Başbakanı ifadesi geçiyor ve bunu o paralel yargı bir kısım, ona takdim edecekler ve oradan da evet, bizi bu şekilde yargılama yoluna gidecekler. Eğer 25 Aralık darbesi başarılı olsaydı, bu hazırlıklar ortaya çıkacaktı, milletin Hükümeti Yassıada benzeri düzmece mahkemelerde yargılanacaktı, hamdolsun bunlar engellendi. İnşallah bunun hesabını soracağız, özellikle de paralel yapıdan bunun hesabını sorarak Türkiye’de benzeri darbe girişimlerinin yaşanmasının önüne geçeceğiz kesinlikle.

Şunu çok açık, net söylüyorum: Gerek şahsım, gerek sorumluluk makamında olan tüm arkadaşlarıma hitap ediyorum, eğer bunun hesabını sormaktan kaçınacak olan bir tane arkadaşım çıkarsa, inanın bunun hesabını veremezsiniz, ne halka, ne Hakk’a veremezsiniz.

10 Ağustos’ta cumhurbaşkanının halkoylarıyla seçilmesi de demokrasimizin güç kazanmasına inşallah vesile olacak.

Bir kez daha demokrasi yolculuğumuzda mücadelesinin bedelini hayatıyla ödeyen merhum Menderes ve arkadaşlarını rahmetle yad ediyor, mekanları inşallah Cennet olsun diyorum.

Değerli kardeşlerim, 1 Haziran’da Yalova ve Ağrı’da bazı ilçe ve beldelerde biliyorsunuz seçimler tekrarlanacak. Pazar günü Yalova’da muhteşem bir miting gerçekleştirdik, inşallah yarın Ağrı’da tekrar vatandaşlarımızla kucaklaşacağız. Tabi başta iki ilimiz olmak üzere seçimlerin tekrarlanacağı ilçe ve beldelerde 30 Mart’ın daha güçlü bir tekrarını inşallah yaşayacağız.

Bu arada, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündeminde önemli yasalar var, özellikle yargıyla ilgili şu anda Genel Kurula gelecek olan yasamız çok büyük önem arz ediyor. Soma’daki şehit yakınlarını, gerek oradaki işçi kardeşlerimizi ilgilendiren yasal düzenlemelerin hazırlıklarını yapıyoruz.

Ama ben buradan Soma’daki maden işçilerine, kömür ocaklarında çalışan işçilerime sesleniyorum, kardeşlerime sesleniyorum; bu CHP’nin, bu bölücü terör örgütü yandaşlarının, legal veya illegal bu tür örgütlerin oyununa gelmeyin, sizi bunlar yalnız bırakırlar. Bizler bakın yeni düzenlemelerle bir adım atıyoruz. Bunlar nerede kimi acaba sahiplendiler? Bunlar sadece tahrik ederler ve sizin hüznünüz üzerinden bunlar paye kapmaya çalışırlar; bu oyuna gelmeyin.

Oradaki 301 şehit bizim canımızdır. Biz bütün onların ailelerini güvence altına alacak, koruma altına alacak hazırlıklarımızı yaptık, yapıyoruz ve AFAD’da açtığımız hesap bunun bir adımıdır. Diğer birçok gelecek vaatler var, bunların takipçisiyiz ve bütün bu vaatlerin hepsi birinci derecede şehitlerimize ve bunun yanında yaralı kardeşlerimize ve inşallah bir kısmını da orada çalışan kardeşlerimize de vermek suretiyle onların geleceğe yönelik tüm evlatlarının, gerek üniversitede okuyan, gerek diğer eğitim alan evlatlarının da inşallah geleceğini teminat altına alacak şekilde bir adımı atacağız.

Tabi sadece Soma’yla ilgili olarak değil, tüm çalışanları ilgilendiren düzenlemeler en kısa süre zarfında Meclise gelecek ve bugün inşallah Grup Toplantımızdan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkileriyle bir toplantım olacak, orada bunları görüşeceğiz.

Ve Meclis çalışmalarında da her birinize kolaylıklar diliyorum.

29 Mayıs İstanbul’un Fethi’nin 561. Yıldönümü, bu vesileyle fethin 561. Yıldönümünü de kutluyorum, Fatih Sultan Mehmet’i, onun övülmüş ordusunu hayırla, rahmet yad ediyorum.

Yeniden kavuşmak, yeniden buluşmak umuduyla sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bu arada dün akşam aşırı yağış nedeniyle Çorum Osmancık’ta sel felaketi yaşandı, belediye işçisi Serdar Arslan kardeşimiz maalesef bu esnada hayatını kaybetti. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine sabırlar diliyorum.

Ve burayla ilgili olarak da Valilik şu anda hasar tespit çalışmalarını başlatmıştır, oraya da gereken desteklerimiz ulaşacaktır.

Sağ olun, var olun.

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.