loader image

Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Nisan 2014 Grup Konuşması

Toplantımızın başında sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor, Grup Toplantımızın ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Toplantımıza katılan tüm misafirlerimize hoş geldiniz diyorum.

Konuşmamın hemen başında hafta sonunda ziyaret ettiğimiz ve toplu açılış törenleri yaptığımız Konya, Karaman ve Kayseri illerimizdeki kardeşlerimize, Konya Ereğli ve Yozgat Boğazlayan’daki kardeşlerimize bir kez de buradan şükranlarımı ifade ediyorum.

30 Mart seçimlerinin son 2 şehir mitingini bildiğiniz gibi Konya ve Kayseri’de yapacaktık, maalesef sağlıkta bir sıkıntı nedeniyle bu 2 şehrimize gidememiştim. Hem bunları telafi etmek, hem de kendilerine şükranlarımı ifade edebilmek için, bunun yanında toplu açılışlar yapmak üzere Cumartesi günü Konya’da, Pazar günü de Kayseri’de vatandaşlarımızla bir araya geldik.

Konya’da toplam bedeli 169 trilyon olan 34 farklı eserin açılışını gerçekleştirdik. Büyükşehir Belediyemizin başta Konya Bilim Merkezi olmak üzere çok sayıda yatırımını, ilçe belediyelerinin yatırımlarını, bakanlıklarımızın tamamladığı yatırımları, özel sektöre ait bir televizyon binasını son derece coşkulu bir törenle resmi olarak hizmete aldık.

Konya, 30 Mart seçimlerinde yüzde 64,3 oy oranıyla büyükşehirler arasında AK Parti’ye en fazla oy veren birinci büyükşehrimiz oldu. Diğer 51 vilayet arasında ise Rize biliyorsunuz birinci vilayetimiz oldu, 81 vilayeti ele alınca da Rize’den sonra ikinci ilimiz Konya oldu.

2009 mahalli seçimlerinde Konya’nın 31 ilçesinden 20 tanesi AK Parti’yi tercih etmişti, 30 Mart seçimlerinde belediye sayısında da önemli bir artış oldu, 31 ilçenin bu kez 26 tanesi AK Parti dedi. Bu muhteşem sonuçtan dolayı Konyalı kardeşlerimize bir kez buradan şükranlarımı ifade ediyor, itimatlarını sarsmadan emanetlerini gururla taşıyacağımızı tekraren belirtmek istiyorum.

Konya’daki bu buluşmanın ardından kendilerine daha önce söz verip de gidemediğim Konya Ereğli ilçemize geçtik. Biliyorsunuz orada MHP Belediyesi vardı ve bu seçimde Konya Ereğli’de gerçekten kıran kırana bir mücadele oldu ve 10 binlerce kardeşimiz Konya Ereğli’de bizleri karşıladı, onlarla orada dev bir açılış, miting gerçekleştirdik, kucaklaştık ve orada o coşkulu havayı Belediyemize taşımak suretiyle Belediyemizde de Başkan ve görevlilerle bir araya gelerek kendilerini tebrik ettik.

Aynı gün Karaman’a geçtik, orada da yine daha önce söz verip, ama bu seçim planı içerisinde oraya gitmemiz mümkün olmamıştı, hem bir teşekkür ziyaretine gittik, Karaman’da da gerçekten 10 binlerce kardeşimiz bizi orada bekliyorlardı ve yapımı tamamlanan 267 trilyon liralık yatırım ve hizmetin resmi açılışını gerçekleştirdik.

Pazar günü ise Kayseri’de toplu açılış törenleri yaptık, Kayseri’de de yaklaşık 150 bine yakın insan bizleri bekliyordu, orada Kayserili kardeşlerimizle bir araya geldik ve aşırı sıcağa rağmen orada da yine coşkulu bir töreni açılış töreniyle birlikte bütünleştirerek 598 trilyon tutarındaki 72 farklı eseri resmi olarak hizmete aldık.

Kayseri’de 30 Mart seçimlerinde AK Parti olarak yüzde 59 oranında oy aldık. Kayseri büyükşehirler sıralamasında da önemli bir yeri oldu ve burada da yine ilçelerde geldiğimiz noktaya baktığımızda, geçmiş seçimdeki ilçe miktarıyla şu andaki duruma baktığımızda yine ilçe adedini Kayseri’de de daha önce 11 ilçemiz varken şimdi 12 ilçemiz bu seçimlerde oldu.

Değerli kardeşlerim, hafta sonunda tabi Kayseri’de bir sözümüz oldu, o sözümü yerine getirmemiz lazımdı, Boğazlayan’a geleceğiz demiştik. Ve Anavatan Partisi döneminde bir kez sağın orada belediye başkanlığı aldığı Boğazlayan, ondan sonra hep solun elindeydi, şimdi ilk defa Boğazlayan’da AK Parti olarak biz Belediyeyi kazanmış olduk. Fakat Boğazlayan’da da tabi acayip bir coşku vardı, yaklaşık 20 bine yakın insan Boğazlayan’da sağ olsun bizi bekliyorlardı, Boğazlayan’da da Boğazlayan halkıyla bütünleştik, bir olduk, iri olduk, beraber olduk, kardeş olduk, hep beraber orada da Türkiye olduk.

Evet, Yozgat gençliğine de, şahsında tüm Yozgat’a da tabi ayrıca şükranlarımı sunuyorum.

Yozgat da biliyorsunuz bu seçimlerden yine başarıyla çıkan illerimizden bir tanesi oldu.

İnşallah bugüne kadar yaptığımız Hükümet yatırımlarına şimdi yerel hizmetleri de ekleyecek ve Boğazlayan ilçemizin talihini de böylece değiştirmiş olacağız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, çok değerli misafirler; geçtiğimiz hafta biliyorsunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 94. Yıldönümünü, aynı zamanda Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını milletçe hep birlikte idrak ettik. Bu yılla birlikte, yani 2014 yılından itibaren 2023 yılına kadar bir dizi çok önemli tarihi olayın 100. yıldönümlerini idrak etmeye başlıyoruz.

Birinci Dünya Savaşı 1914 yılında başlamıştı ve bu yıl bu meşum savaşın 100. yıldönümüne ulaştık. Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Cihan Devletinin tarih sahnesinden silinmesiyle sonuçlanmış, Türkiye Cumhuriyeti de bu Dünya Savaşının ardından kurulmuştu.

Yine 1914 yılının kış aylarında Sarıkamış harekatı yapılmış, çok sayıda askerimiz bu harekatta şehitlik mertebesine ulaşmıştı. 100. yıldönümüne ulaştığımız Sarıkamış harekatını da inşallah bu yılın sonundan itibaren farklı etkinliklerle idrak edecek, şehitliklerimizi ve şehitlerimizi inşallah şahadetlerinin 100. yılında farklı şekilde yad edeceğiz.

Önümüzdeki yıl, 2015 yine önemli hadiselerin 100. yılına tekabül ediyor, Çanakkale Zaferimizin 100. yıldönümünü gelecek yıl farklı şekilde kutlayacağız.

2018 yılı Osmanlı Devletinin savaştaki yenilgisini karar bağlayan Mondros Anlaşmasının 100. yılı olacak.

2019’da Gazi Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’dan başlattığı hareketin, yarıca Sivas ve Erzurum kongrelerinin 100. yıldönümü kutlanacak.

2020 yılında ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının, nihayet 2023 yılında da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümlerine milletçe ulaşacağız.

Bu ve buna benzer çok sayıda hadisenin yanı sıra, gelecek yıl 1915 olaylarının da 100. yılına ulaşmış olacağız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, önemli hadiselerin genellikle 10’uncu, 50’nci, 100’üncü yıldönümleri diğerlerinden farklı olarak ele alınır, bu yıldönümlerinde daha geniş, kapsamlı değerlendirmeler yapılır. Türkiye olarak, millet olarak tarihimizdeki çok önemli hadiselerin 100. yıldönümlerini idrak etmeye hazırlanırken, tarihe artık farklı bir gözlükle bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Hadiseler daha sıcakken üzerinde yapılan değerlendirmeler yeterince sağlıklı olmuyor, yine birçok hadise sıcaklığını korurken bu hadiselerin iç yüzleri de objektif şekilde ele alınmıyor veya alınamıyor, daha ziyade tarih güçlüler tarafından yazılıyor. Kendi tarihimiz bakımından biz bu talihsizliği maalesef çok derin ve çok acı şekilde yaşadık. Tarihimiz ya galipler, ya güçlüler tarafından çarpıtılarak yazıldı ya da bizzat kendi resmi tarihçelerimiz tarafından belli bir şablon içinde yine çarpıtılarak kayda getirildi.

100 yıl, yani bir asır oldukça uzun bir zaman dilimi.  Eskilerin deyimiyle köprünün altından çok sular aktı, zaman yaraların birçoğunu tedavi etti, eskiye ait çok sayıda tartışma, çok sayıda münakaşa artık yerli yerine oturdu. Dünya üzerinde devletler genellikle arşivlerindeki gizli belgelere 50 yıllık bir gizlilik süresi koyarlar, çok nadiren 100 yıllık gizlilik süreleri olur. 50 yıl, 100 yıl içinde tarihin gizli ya da açık hadiseleri artık insan hafızasında bir yere oturur, tabulardan, ön yargılardan, politik kaygılardan azade şekilde konuşmaya başlanır. Bizim de millet olarak artık 100. yıl dönümlerine ulaştığımız bütün bu hadiseleri soğukkanlılıkla, önyargılardan uzak, siyasi tartışmalardan uzak şekilde ele alma, gerçekleri olduğu gibi öğrenme ve öğretme vaktimizin geldiğine inanıyorum.

Şu hususun altını özellikle çiziyorum: Bizim 100 yıl önceki bütün bu olayları artık korkularımızdan arınarak, kurtularak ele almamız gerektiğini düşünüyorum.

Bakınız değerli kardeşlerim, bundan yaklaşık 3 asır önce 1699’da Osmanlı Devleti Karlofça Anlaşmasını imzaladı ve ilk kez toprak kaybetti. Bu tarihten itibaren 1923 yılına kadar tam 224 yıl boyunca devletimiz, milletimiz, ecdadımız, bizim kendi dedelerimiz sürekli cepheden cepheye koştular, maalesef nadir zaferlerin yanında sürekli büyük yenilgiler yaşandı, çok büyük trajedilere maruz kaldık, büyük göçleri, katliamları yaşadık. Anadolu’nun, Trakya’nın hemen her evinden, her ailesinden fertler cepheye gittiler ve geri dönmediler. Trajedilerle dolu bu süreç son derece tabi biçimde milletimizin hafızasında acı bir yer edindi ve yine çok tabi biçimde birtakım korkuların oluşmasına da yol açtı.

Asıl acı olan şudur ki; yaşanan bu acılar, bu korkular hem Osmanlı Devleti’nin, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin birtakım yöneticileri, birtakım elitleri tarafından son derece elverişli bir istismar aracına dönüştürüldü. Milletin yaşadığı korkular yine millet üzerinde bir tehdit, bir şekillendirme aracı olarak kullanıldı. Dikkatinizi çekiyorum, son 200 yıldır bu topraklarda bölünme ve irtica toplumu terbiye etmek için kullanılan, neticesi de alınan iki önemli korku oldu. işte bazı tarihi hadiselerin 100. yıldönümlerine yaklaşırken bu korkuları ve bu korkuların bir tehdit aracı olarak kullanılmasını artık masaya yatırmak, bu korkuların üzerine artık cesaretle gitmek zorundayız.

Bunu sadece 100 yıl önceki belli hadiseler için söylemiyorum, 100 yıl ve öncesinden bugüne gelen, belirsizliğini koruyan resmi tarih şablonu içinde hapsolan ve sürekli istismar aracı olarak kullanılan her hadisenin artık tüm boyutlarıyla açığa çıkması en büyük arzumuzdur.

İttihat ve Terakki Fırkası, 31 Mart Vakası, Balkanlar’daki, Hicaz’daki, Doğu Anadolu’daki isyanlar, 1915 olayları sağlıklı şekilde konuşulmamış, yazılmamış ve siyasi istismar aracı haline getirilmiş, her meseleyi açık yüreklilikle konuşalım diye bugüne kadar defaatle bunu ifade ettik. En başta tüm bu meseleleri 100 yılın ardından artık siyasetin konusu ve malzemesi olmaktan çıkaralım, bilim adamlarına, tarihçilere, yani gerçek sahiplerine bu işi havale edelim dedik.

Bakın şu noktanın da altını özellikle çiziyorum: Tarihle ve tarihin gerçekleriyle yüzleşme sadece bizim, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, milletimizin yapacağı bir yüzleşme değildir. Bunu sadece bizim yapmamız yetmez, 100 yıl öncesine ait korkuları, acıları, trajedileri sürekli diri tutan, hatta bunları büyüten, bunları toplumlarını şekillendirmek için kullanan her millet, her devlet de artık bu yüzleşmeyi yapmaları gerekir, yapsınlar diyorum.

Değerli kardeşlerim, açık açık söylüyorum, 100 yaşında, 200 yaşında koruklarla yaşayan hiçbir millet, hiçbir devlet reform yapamaz, istikbalini sağlıklı şekilde inşa edemez.

Geçen hafta bu kürsüden bir şey ifade ettim, 77 milyonun her bir ferdinin kendisini bu ülkenin asıl sahibi olarak hissetmesini, özgüven içinde olması, öne eğmeden başını dimdik ayakta durmasını gönülden arzu ediyor, bunun samimi hayaliyle yaşıyorum dedim. 12 yıldır milletimize ve devletimize bu özgüveni kazandırmanın mücadelesini veriyoruz.

Geçen hafta ÖNDER İmam Hatip Liseleri Mezunlar ve Mensuplar Derneği Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle İstanbul’da Sinan Erdem Kapalı Spor Salonu’nda bir merasim tertip etmişti, orada da binlerce gence bunu anlattık. Bu ülkenin bir vatandaşı etnik kökeninden dolayı, mezhebinden, dilinden, inancından, değerlerinden, yaşam tarzından dolayı eğer ayrımcılığa uğruyorsa, orada zulüm var demektir. Biz 10 yıllardır devam eden bu zulmü, bu ayrımcılığı sona erdirmenin mücadelesini veriyoruz. Ama bununla birlikte bu ülkenin her bir ferdinin de bu ayrımcılığın ortadan kalkması için cesur olmasını, özgüvenli olmasını bekliyor ve istiyoruz.

AK Parti olarak 12 yıldır çok kararlı şekilde hem bu zulmün, hem de bu korkuların üzerine gidiyoruz. Türk müsün?  Korkmayacaksın. Kürt müsün, Arap, Çerkez, Laz, Gürcü, Roman mısın, Boşnak mısın? Korkmayacaksın. Sünni misin, Alevi misin? Artık korkmayacaksın. Namaz kıldığın için, oruç tuttuğun için, Kur’an okuduğun için, çocuğunu Kur’an kursuna gönderdiğin için, başörtüsü taktığın için artık çekinmeyeceksin, artık başını öne eğmeyeceksin, artık korkmayacaksın. Annenden öğrendiğin dili konuştuğun için mahcup olmayacak, korkmayacaksın. Düşünceni ifade etmekten, inandığın gibi yaşamaktan, yaşam tarzını muhafaza etmekten korkmayacaksın, çekinmeyeceksin.

Dün Alman Cumhurbaşkanı gelmiş, benimle konuştuğu şeylerden sonra ODTÜ’ye gidiyor, orada garip garip şeyler konuşuyor ve kendilerine yalan-yanlış neler anlatılmış, neler öğretildiyse onu ifade ediyor. Bunu bizimle paylaştığın gibi aynen o şekilde ODTÜ’de yansıtsana. Ama üzüntü veren ne biliyor musunuz? ODTÜ’de ona ev sahipliği yapanların gerçekleri ona söylememeleri, bu ülkede bunların olmadığını söylememeleri.

Düşünebiliyor musunuz, Almanya’da Ali’siz Alevilik denilen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, bir zihniyetin Alevilik kisvesi altında ve kendilerinin de desteklemiş olduğu bir yapı var ve sen bu yapıyı bize Alevilik olarak yansıtıyorsun. Türkiye’de böyle bir Alevilik yok. Türkiye’de siz hiçbir Alevi’ye sen Müslüman değilsin diyemezsin, dediğin anda seni tersler, ama Aleviliği farklı yaşar. Ama Almanya’daki bir kısım, böyle ufak, avuç içi bir grup var, bu grubu hem destekliyor Almanlar, bunu da açık söylüyorum, Almanya’ya gittiğimde de bunu zaten konuşacağım kendileriyle ve onların diliyle gelip burada konuşuyorlar. Bu yakışmaz, hele hele bir devlet adamına, bir devlet adamlığına bu yakışmaz.

Kendisiyle yaklaşık 2 saat baş başa olduk, beraber yemek yedik ve o yemekte bunları açık açık konuştuk, kendilerine anlattık.  İşin asıl sahibi biziz,  kendisine somut örnekler verdim, bu somut örnekleri bir kenara koyup da eğer Almanya’da sana anlatılanları gider orada konuşursan, işte güçlü bir iktidar var, güçlü bir Hükümetsiniz, güçlü bir Hükümet olarak bunlardan niye korkuyorsunuz, çekiniyorsunuz. Dedik ki, böyle bir çekinme, bir korku yok, nereden bunu çıkardın dedik, kendisine bunu söyledik. Ve tabi en son da kendisine bir şey daha söyledim, o da neydi? Ülkemizin içişlerine karışılmasına asla tahammül edemeyiz dedim, bunu da kendisine söyledim. Sadece onu kullandı orada, ne dedi? Bu içişlerinize karışmak gibi anlaşılmasın ama; biz ama’yla çok çektik, onun için biz ama’yla filan uğraşacak halimiz yok. Onun için, devlet adamlığının gereği neyse onu yapmak lazım, herhalde hala kendisini rahip olarak zannediyor, çünkü rahipti bir zamanlar, o anlayışla bakıyor; olmaz, bunlar çirkin şeyler, çirkin gelişmeler. Ve bunları bütünüyle anlattık, bizim Türkiye’de azınlıklara karşı davranışlarımızı anlattık, A’dan Z’ye neler yaptığımızı kendilerine anlattık, ama buna rağmen böyle bir yaklaşım doğrusu beni üzmüştür.

Başkasının özgürlük alanını ihlal etmediğin sürece bütün özgürlükleri bu ülkede yaşamak herkesin hakkıdır, bundan kimsenin çekinmesine gerek yok, korkmasına gerek yok, çünkü 77 milyon hepimiz aynı devletin vatandaşları, aynı milletin mensuplarıyız. Aynı vatan toprağı üzerinde aynı bayrağa sahip olarak, aynı devletin sahipleri olarak, aynı milletin mensupları olarak hepimiz biriz, beraberiz, birlikte Türkiye’yiz.

Kardeşlerim, bu ortak değerlerimizin altında herkes farklılıklarını korur, farklılıklarını istediği gibi ifade eder, farklılıklarını istediği gibi yaşar. Bugün hala belli konularda korkuları olan, daha doğrusu belli konularda hala korkutulan vatandaşlarımızın da bu korkularını cesaretle sorgulamalarını istiyor ve arzuluyorum.

Arkadaşlar, asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın, bölünürüz, parçalanırız, dağılırız, hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. İşte şu 12 yılda bize asırlardır korkuttukları konularda biz cesur adımlar attık. Ne oldu? Türkiye bölündü mü? Diyarbakır’a giderseniz, Kürt meselesi derseniz Türkiye bölünür diyorlardı. Ben 2005’te dedim; ne oldu, bölündü mü? Farklı dil ve lehçelerde yayına izin verirseniz Türkiye bölünür diyorlardı; ne oldu? Bu ülkede yıllarca anneler, babalar çocuklarına istedikleri ismi veremediler; niye? Bölünürüz diyorlardı. Biz bunu serbest bıraktık; ne oldu, bölündük mü? Çıkardığımız her yasanın, her reformun karşına Türkiye bölünür diye karşı çıktılar. 12 yıldır yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?

Bir başka korku aracı da, hepiniz yaşadık, hepimiz yaşadık, irtica korkusuydu. 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına irtica gelir korkutmasıyla karşı çıktılar.

Akif diyor ya:

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım.

Boğamazsam da hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir aşığım istiklale;

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum,

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, Hakk’ı tutar kaldırırım.

Zalimin hasmıyım, amma severim mazlumu,

İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?”

İşte buyurun, Akif merhum o da böyle anlatıyor. Eğer bu irticaysa, yandık, o zaman hepimiz mülteciyiz.

Üniversitelerde başörtüsünü özgür hale getirdik; irtica mı geldi? Kamuda başörtülü çalışma imkanı getirdik; irtica mı geldi? İmam hatip liselerinin, Kur’an-ı Kerim derslerinin, Siyer-i Nebi derslerinin önünü açtık; irtica mı geldi? On yıllardır tahkir edilen, horlanan, selam verdiği, namaz kıldığı, oruç tutuğu için kibirle aşağılan insanımıza özgürlük ve özgüven temin ettik; irtica mı geldi? Arkadaşlar, yaptığımız reformlar ne Türkiye’yi böldü, ne de Türkiye’yi geri götürdü, tam tersine Türkiye daha bir oldu, daha bir kardeş oldu, bütün oldu, özgürlüklerle, demokrasiyle Türkiye her alanda çok daha ileri seviyeleri yakaladı.

Ne diyorlardı? Uzay çağında başörtüsü mü takılır, böyle diyorlardı. İşte şu anda başörtüsü serbest. Türkiye de uzay çağını uzaktan izlemiyor, uzay çağını tam aksine artık yaşıyor, ardı ardına uzaya uyduları bu iktidar gönderiyor. Ya başörtüsüne karşı çıkanlar uzaya uydu filan göndermedi. İnsansız hava araçlarını bu iktidar şu anda üretiyor. Niye bizden öncekiler bunları üretemediler? Ve görüyoruz ki, başörtüsü o uyduların kuyruğuna takılmıyormuş.

Şu 12 yıl içinde korkuların, endişelerin, çekincelerin ne kadar yersiz, ne kadar asılsız olduğunu gördük. Asırlardır bizi korkuttukları meselelerin çözümünün aslında ne kadar basit olduğunu, ne kadar kolay olduğunu gördük.

Arkadaşlar, bugün bir kez daha ifade edeceğim, biz korkularıyla yaşayan, korkularını yaşatan ve sürekli çoğaltan bir millet olamayız. 100 yıl öncesine ait korkuların bugün hala toplumu ve siyasete şekillendirmesi için istismar edilmesine biz müsaade edemeyiz. En az 200 yıldır bölünürüz, parçalanırız, dağılırız, geriye gideriz korkutmalarıyla Türkiye’de siyaset ve toplum baskı altına alınmak istendi. Korkan bir millet geleceği inşa edemez, korkan bir devlet dünyada iddia sahibi olamaz, korkularıyla yaşayan toplumlar reform yapamaz, 100 yıl, 200 yıl öncesinin koruklarını hafızalarından ve ruhlarından söküp atamayanlar küresel denklemde kendilerine yer bulamaz.

Hep hatırlattım, tekrar hatırlatıyorum; bizim İstiklal Marşımızın millete ilk talimatı, korkma talimatıdır.

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.”

İşte biz 12 yıldır lafta değil, fiiliyatta korkmuyoruz, bu milletin korku içinde yaşamasının hiçbir nedeni olmadığını da her fırsatta vurguluyoruz. Biz geçmişin ağırlıklarından, prangalarından, zincirlerinden cesaretle kurtuluyoruz. Geçmişin korkularını tek tek söküp atıyor, Türkiye’nin önündeki korku duvarlarını yıkıyoruz.

Allah’a hamdolsun, bizim kadim tarihimizde utanacağımız, korkacağımız, yüzleşmekten çekineceğimiz hiçbir hadise bulunmuyor, her hadisiyle yüzleştik ve yüzleşiriz. İşte Dersim hadisesiyle yüzleştik, peki Ana Muhalefetin Genel Müdürü yüzleşebildi mi? Çünkü Dersim’in gerçek destekleyicisi onlardı, o katliamın arkasında faili onlardı; hayır diyebiliyor mu? CHP hala bunun hesabını verebildi mi? Veremedi, veremez. Ama bakın, CHP’nin Genel Müdürü de kalkıp bu konuda bir cümle edemiyor. Niye?..

Faili meçhullerle yüzleştik biz, Diyarbakır Cezaevi’yle yüzleştik, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş, Gazi Mahallesi olaylarıyla yüzleştik. Bizim iktidarımızda olmadı bunlar, ama biz devletin devamlılığından hareketle bunları da ortaya çıkarttık. Korkularla yüzleştik, yasaklarla yüzleştik, bir siyasetçi olarak biz üzerimize düşeni yaptık, yapmaya çalıştık, karanlık her hadisenin aydınlatılması için cesaretlendirici, yüreklendirici olduk. Yazılamayanların yazılmasını, konuşulamayanların konuşulmasını temin ettik, her seferinde korkuların yersiz olduğunu, asılsız olduğunu hem milletimize, hem dünyaya gösterdik.

Tekrar ediyorum; biz korkmayacağız, biz tarihi farklı yazanlardan, tarihi çarpıtanlardan, tarihinden utananlardan ve korkanlardan olmadık ve olmayacağız.

Tarihinde ne yaşanmış olursa olsun, hiçbir millet tarihinin eseri olamaz. Tarihinin eseri olan milletler geleceğin tarihini kendileri yazamaz, kendileri inşa edemez. Bakın arkadaşlar, 1914-1922 arasında dedelerimiz onlarca devletle savaş yaptılar, Rusya, İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya ile savaştılar, hemen bütün Arap coğrafyasında mücadele verdiler. Gazi Mustafa Kemal hemen 29 Ekim 1923’ten itibaren tüm bu devletlerle yeni bir sayfa açtı.  Gazi Mustafa Kemal Osmanlı ordusunun bir zabiti olarak neredeyse tüm cepheleri görmüştüm, yaşanan acılara şahit olmuştu, ama kim gütmedi, küsmedi, uluslararası ilişkilerini intikam duygusunun üzerine tesis etmedi.

Açık söylüyorum, 100 yıl öncenin kinine takılıp kalsak, bugün bölgemizdeki hemen hiçbir ülkeyle iyi ilişkilerimiz olamaz. Esasen fertlerin, devletlerin ve milletlerin psikolojisi asırlık acıların üzerine de bina edilemez. Asırlık acılar, her gün diri tutuluyor, her gün büyütülüyor ya da asırlık acılarla yüzleşmekten korkuluyorsa, bu devletler ve milletler adına sağlıklı bir ruh hali olamaz. 12 yıldır şunu açık açık söylüyoruz: Biz tarihimizle yüzleşmeye hazırız, hafızalardaki korkuları gidermeye hazırız. Bunu başaracak olan siyasetçilerden önce bilim insanlarıdır. Biz arşivlerimizi açmaya da hazırız. Bakın bizim şu anda arşivlerimiz açık. Diyoruz ki hıçkırıkları durduralım, gözyaşlarını silelim, önyargıları bir kenara bırakalım, taraftar gözlüğüyle değil objektif biçimde tarihi gerçekleri ortaya çıkaralım. Birbirimize karşı korkuları, kini, nefreti çoğaltmayı bırakalım, birbirimizin acısını anlamaya çalışalım, biz Türkiye olarak buna hazırız. Bizim korkumuz yok. Büyük devletlerin, büyük milletlerin korkusu olmaz, bizim de korkumuz yok. Çok büyük acılar çekmiş bir millet olarak yeryüzündeki her milletin, her ferdin acılarını anlarız, acı çekenlerin hissiyatını çok iyi biliriz. Biz tarihi aydınlatmaya hazırız. Biz ortak acılarımızı paylaşmaya ve anlamaya hazırız. Korkmadan, çekinmeden, sıkılı yumruklarla değil tokalaşarak konuşmaya hazırız. Büyük bir devlet, büyük bir millet olarak tarihinden ve istikbalinden korkmayan bir ülke olarak 1 asır önceki hadiselerin aydınlatılmasını isterken, acıları paylaşırken karşı taraftan da bunu görmeyi arzuluyoruz. Umut ediyorum ki gerek Ermenistan devleti, gerek Ermeni diasporası bizim bu yürekli adımımızı görür, aynı yürekli, aynı cesur tavrı onlardan da görür ve bekleriz.

Biz geçmişin acı hatıraları, geçmişin acıları üzerine değil umut üzerine, barış, dostluk, dayanışma üzerine bir gelecek inşa etmek istiyoruz. Bu yolda bizimle yürüyen herkesle biz de yürürüz. Bir kez daha 99 yıl önceki hadiselerde hayatını kaybeden tüm Osmanlı vatandaşlarına taziyelerimizi ifade ediyor, Rabbim bize ve hiçbir millete bu tür acılar yaşatmasın diye dua ediyorum.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, bakınız biz açıklamamızı yaptık ve açıklamamızdan sonra gerçekten samimi olan birçok Ermeni vatandaşlarımızdan bu konuda gazetelerde tebrikler, bize yönelik tebrik telgrafları ve şimdi de bazı ziyaretler için randevu talepleri oldu. Bizimle yaşayanlar bu işin farkında. Ama bizimle yaşamayıp da diasporanın kontrolünde altında olanlar hala dünyayı karıştırmanın gayreti içindeler. Dünyada da samimi olan ülkeler bizim bu resmi açıklamamızdan sonra, 8 ayrı dilde yapılan bu açıklamalardan sonra onlar da bu konudaki olumlu yaklaşımlarını ifade etmeye başladılar. Biz tabii bu duruşumuzu aynen devam ettireceğiz, devam ettiririz.

Değerli kardeşlerim, 24 Nisan’da yayınladığımız bir mesajımız var, bu mesajın ardından MHP ve CHP’nin derhal istismar siyasetine başladıklarını gördük. Açıkçası ben buna hiç şaşırmadım. Zira Türkiye’nin asırlık korkularını istismar konusu yapmak CHP ve MHP için her zaman siyasetlerinin merkezinde olmuştur. Bunlar zannediyorlar ki AK Parti attığı adımları bize sorarak atar veya bizden çekinerek atar. Boşuna bu düşüncelerin içerisine girmeyin. Biz kararlarımızı istişare ile alırız. Sizin bu konudaki duruşunuzu zaten biliyoruz. Sizin atacağınız bir adım olsaydı 100 yıl boyunca atardınız, siz bu adımları atamadınız. Çünkü siz ürkeksiniz, siz korkaksınız, siz bir şeylere rağmen yaşıyorsunuz.

Şimdi savundukları konulara bakın, AK Parti karşısında ya da geçmişteki reformlar karşısındaki tutumlarına bakın. Bu iki partinin her zaman korkulardan, tehditlerden ve acılardan beslendiğini göreceksiniz. Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir plan, hiçbir proje ortaya koymadan, hiçbir eser ortaya koymadan bütün siyasi hayatını sadece bölünme ve irtica korkusu pompalayarak idame ettirdi, öyle mi? Şöyle geçmişine bakın, hep bunları konuştular, başka bir şey duyamazsınız. Bir asır, hatta iki asır öncesinden kalan korkuları yaşatmak, bunları istismar malzemesi olarak kullanmak, CHP’nin değişmez siyaseti olarak kalmıştır. CHP kendi kanlı tarihiyle, kendi yasakçı, inkarcı tarihiyle hiçbir zaman yüzleşme cesareti gösteremedi. 1950’den bugüne kadar her reform girişiminin karşısına CHP’nin bölünüyoruz ya da irtica var propagandasıyla karşı durduğunu görürsünüz. MHP’nin de özellikle şu andaki yönetim altında tarihi ve güncel acılardan beslenmeyi bir siyaset tarzı olarak benimsediği aşikardır. Dikkat edin, MHP her şehit cenazesini, Doğu-Güneydoğu’daki akan her damla kanı istismar aracı olarak kullanmış, ama hiçbir zaman çözümün bir parçası olmaya yanaşmamıştır.

Tarihimizdeki önemli hadiselerin 100. yıldönümlerini yaşarken, yeni bir muhalefet ihtiyacının bu noktada da önemli olduğu açıktır. 21. yüzyılda Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıldönümüne adım adım yaklaşırken böyle bir muhalefet anlayışıyla yürümek; takdir edersiniz ki bizim de işimizi zorlaştırıyor. Düşünebiliyor musunuz değerli kardeşlerim; bizim önümüzde 2023 hedefleri var. Hatta 2053, hatta 2071 hedefleri var. Ama buna karşılık CHP’nin 31 Mart Vakasında, Dersim’de, 27 Mayıs’ta takılıp kaldığını, oradan bugüne gelemediğini görürsünüz, onlar hala oradalar. MHP’nin bir statüko partisi olmaktan kurtulamadığını, terörsüz bir Türkiye, 77 milyonuyla kardeş bir Türkiye hedefine hala ısınamadığını görürsünüz. Öte yandan BDP’nin yakın tarihteki acıları aşamadığını, bu acıları istismar etmekten siyaset yapmaya fırsat bulamadığını eh işte böyle kısa süre aralıklarla sık sık yeni yeni partiler kurduklarını görürsünüz, onlar da bunlarla iştigal ediyor.

Arkadaşlar, 30 Mart’a en zor şartlarda giren parti biziz. Arkadaşlar, 30 Mart’tan tartışmasız bir başarıyla yüzde 46 oy oranıyla çıkan parti biziz. 30 Mart’ta tüm Türkiye’yi kucaklayan parti yine biziz. Ama 30 Mart’a kadar olduğu gibi 30 Mart’tan sonra da çalışan, üreten, plan-proje hazırlayan, eser vücuda getiren parti yine biziz. Hani dışarıdan baksalar, AK Parti’nin bu kadar gayretle çalışmasını görseler zannederler ki seçimi AK Parti kaybetti, CHP, MHP, BDP kazandı. O kadar rahatlar, o kadar kaygısızlar. Sanki 12 yılda 8 seçimi biz değil de onlar kazandılar. İnanın Erzurumlu Teyo Pehlivan bunlardan çok daha… Bu muhalefetin bu rehaveti, bu kaygısızlığını anlamak mümkün değil. Ancak şunu hatırlatmak isterim: İstismar ve korku siyaseti bir yere kadar bu partileri idame ettirebilir. Yeni Türkiye, 2023’e ilerleyen Türkiye böyle bir muhalefet anlayışını inanıyorum ki kabullenmeyecek ve değiştirecektir. Biz bunlara aldanmayacağız. Muhalefete bakıp rehavet içinde asla olmayacağız. Hiç kuşkusuz böyle rehavet içinde bir muhalefet oldukça AK Parti her seçimde kazanacaktır. Ama bizim için kazanmak yetmez, biz oy oranımızı daha da artırmak, ülkemize milletimize daha çok eser bırakmak için çalışmaya, çok çalışmaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, çok değerli misafirler; şimdi de çok çok önemli, hayati bir konuyu sizin şahsınızda, ekranları başında ve dünya televizyonları olarak bizi takip edenlere özellikle buradan seslenmek istiyorum. Vicdanı sızlayan bir insan olarak seslenmek istiyorum. İdama karşı çıktığını söyleyen ülkelere ve o ülkelerin yöneticilerine sesleniyorum. Ben insanım diyenlere sesleniyorum ve dünya siyasi liderlerine sesleniyorum. Kardeş ülke Mısır’da 3 Temmuz’da seçilmiş Hükümete karşı yapılan askeri darbenin ardından -yüzde 52 ile seçiliyor- haklarını arayan insanların tutuklanmasını ve idamla yargılanmalarını büyük bir kaygıyla takip ediyoruz. 529 kişi hakkında biliyorsunuz 20 dakikada mahkeme idam kararı vermişti. Bunların 492’si müebbet hapse çevrildi, ama 37’sinin idam kararı onaylandı. Maalesef bu kararların ardından yeni 683 kişi hakkında da 9 dakikada bu defa idam kararı alındı. Dünyanın ilgisizliği, hatta Mısır’daki darbeyi susarak onaylaması, ne yazık ki bu pervasızca kararlarda teşvik edici rol oynadı.

Hatırlarsanız Tahrir’de Hükümet karşıtı gösteriler başladığında Batılı ülkeler bunu bir özgürlük hareketi olarak değerlendirdiler ve teşvik ettiler. Orada da malum sosyal medya güya özgürlük adına önemli vazifeler gördü. Ancak askeri darbenin ardından katliamlar başlayınca, idamlar başlayınca, hem batılı ülkelerin, hem de özgürlük savaşçısı o sosyal medya hesaplarının sustuğunu, sırtlarını acılara döndüklerini gördüm. Ukrayna’da gençleri sokağa dökmek için özgürlük adı altında kullanılan sosyal medyanın çıkan sonuç karşısında oraya karşı da sessiz ve tepkisiz olduğunu görüyoruz.

Ülkemdeki Gezi olaylarında bize karşı tavırlar takınanlara, başta yazılı ve görsel medya olmak üzere, sosyal medya olmak üzere onlara özellikle sesleniyorum. Orada 12 tane ağacın yeri değiştirilmişti ve bundan dolayı Türkiye’yi birbirine katmak isteyeceğinizi zannediyordunuz. Peki burada 529 insanın idamına suskun kalmanızı, ardından 693 idama suskun kalmanızı siz neyle ifade edeceksiniz? Bunu hangi insani duygularla izah edeceksiniz, onlar insan değil mi? Onlara karşı şu anda ben sesleniyorum; ey Doğa Grubu şimdi ne diyeceksin, ey Ciner Grubu şimdi ne diyeceksin, aynı çizgide hareket edenler şimdi siz ne diyeceksiniz? İsim vererek konuşuyorum, çünkü medyanın da bir namusu olmalıdır, onun da bir namusu olmalıdır. Dün Alman Cumhurbaşkanına da söyledim; hani Avrupa Birliği üyesi ülkelerde idam yasaktı, hala ben Avrupa Birliği’nden ciddi bir çıkış görmüyorum, olamaz böyle bir şey diyor. Tamam da ne olamaz, yani bunu görmemiz lazım. Hangi eylemi yaptı Avrupa Birliği üyesi ülkeler, var mı bir ses? Yok. Amerika’da var mı böyle bir ses? Yok. Rusya’da var mı böyle bir ses? Yok. Diğerlerinde var mı böyle bir ses? Yok. Ama Tayyip Erdoğan veya AK Parti bu konuda konuştuğu zaman işte bunlar Müslüman oldukları için böyle konuşuyorlar ucuzluğuna gidiyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu iş bu kadar kolay değil. Eğer insanın değeri varsa bunu kim olursa olsun ortaya koymak zorundasınız. Benim için Ukrayna’da öldürülen de aynıdır, Mısır’da öldürülen de aynıdır. (Alkışlar) Çünkü burada bir zulüm varsa, işte o zaman biz ne diyoruz? Evet, zalimler için yaşasın cehennem diyoruz.

Türkiye olarak bizim bu zalimlerin yanında yer almamız mümkün değildir. Biz bu zulüm kokan Mısır yönetimiyle beraber dost olmamız mümkün değildir. Bunu hislerimle konuşmuyorum, düşünerek, inceleyerek, istişare ederek ve kanım donarak söylüyorum. Bunu söylemezsem, Allah’a ben bunun hesabını veremem, insanlığa bunun hesabını veremem. Bugün değilse ne zaman konuşacağız? Bu makamlarda konuşacağız bunu. Eğer Türkiye olarak biz yalnız kalacağımıza dahi inansak, burada tavrımızı net olarak ortaya koymamız lazım. CHP ne der? MHP ne der buna mı bakacağız veya BDP ne der buna mı bakacağız, yoksa biz Hakimler Hakimi ne der buna mı bakacağız? (Alkışlar)

Bu idam edilenler insan mı öldürdüler? Hayır, sadece sandıktan çıktılar ve sandıktaki o haklarını korumak istediler. Onlarınki bir özgürlük mücadelesi değil, ama silahla dağlarda gezenler özgürlük mücadelesi veriyorlar; böyle bir mantık olamaz, böyle bir anlayış olamaz. Onun için Türkiye onurlu, şahsiyetli duruşunu yerine getirmek zorundadır. Yaptığımız budur ve bunu yapmaya da devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye müdahale sonrasında kurulan silahların gölgesindeki mahkemeler nedeniyle büyük acılar yaşadı hatırlayın. 1960’ta olağanüstü mahkemeler Başbakan ve iki bakanını idama gönderdiler. 1980’de gençler hem de yaşları büyütülmek suretiyle denge oluşturmak adına bir sağdan, bir soldan alınıp idam edildiler. 28 Şubat mahkemelerinin gücün gölgesinde verdiği kararlar bugün dahi devam eden acılara neden oldu. Mısır’ın Türkiye’deki darbe mahkemelerinden ders alması çağırısını geçmişte de yapmıştık. 27 Mayıs darbesinin üzerinden 54 yıl geçmiş olmasına rağmen yaşanan acı unutulmadı. Merhum Menderes halkın gönlünde bir demokrasi kahramanı olurken siyasi çizgisi millet tarafından 54 yıl boyunca muhafaza edildi. Bugün 27 Mayıs’ı yapanları hiç kimse hatırlamıyor. İsimleri artık hafızalardan tek tek siliniyor. Yassıada Mahkemelerinin savcılarını, hakimlerini hemen hiç kimse hatırlamıyor. Milletin hafızası iyileri, mazlumları, mağdurları, kendisine hizmet edenleri unutmazken zalimleri anında unutuyor. 27 Mayıs sonrasında siyasetin üzerinde tesis edilen kurumlar ve mahkemelerde üzerlerinde merhum Menderes ve iki bakanının kanı olduğu halde bugün dahi millete düşmanlık yapmaya devam ediyor. Milletim onları da çok iyi biliyor, çok iyi tanıyor. Dolayısıyla Mısır’ın Türkiye’nin yaşadığı bu süreçten ders alması en büyük arzumuz ve beklentimizdir. Bundan 10 yıl sonra Mısır’daki darbecileri hiç kimse hatırlamayacak. Hatırlayanlar da hayırla yad edilmeyecekler. Bugün ezilmeye sindirilmeye, yok edilmeye çalışılan siyasi fikirler ve hareketler de inanıyorum ki er ya da geç Mısır halkı  tarafından daha fazla kucaklanacak. Mısır’da hak er ya da geç mutlaka tecelli edecektir.

Hatırlayın değerli kardeşlerim, Firavun kendisini öldürecekleri korkusuyla bütün erkek çocuklarını katletmiştir. Ama Allah Hazreti Musa’yı göndererek, üstelik de Firavun’un eşinin kucağında büyüterek zalimden hesap sordurmuştu. Mısırlı kardeşlerim ümitsiz olmasınlar sabretsinler. İnşallah sabreden Mısır’da da zafere ulaşacaktır.

Bir kez daha tüm Mısır halkına oradaki kardeşlerimize mazlumlara selamlarımızı gönderiyorum. Bizi Mısır meselesinden, Suriye meselesinden, Filistin meselesinden uzak tutmaya yönelik içerideki ve dışarıdaki tüm girişimler tek tek akamete uğruyor. Gezi olaylarında 17 ve 25 Aralık sürecinde bizi meşgul etmek suretiyle bölgesel meselelerden de uzak tutmaya çalıştılar. Şu anda şahsımla alakalı Batı medyasında çıkan karartmayı, olumsuz yayınları gayet iyi biliyoruz. Elhamdülillah bizim hakkımızda onlar bu tür yayınlar yapıyorsa doğru istikametteyiz demektir.

Almanya’da 8 vatandaşımız öldürülüyor, bunun hesabını veremeyenler gelip de bize akıl vermesinler, o aklı kendilerine saklasınlar. Türklerin evleri kundaklanıyor. Türklerin evleri kundaklanıyor, bu evleri yakanlar ırkçılık sakiyle bunu yapanların hesabını Almanya soramıyor, gelip bize akıl veriyor. Sen o aklı kendine sakla. Allah’a hamd olsun 30 Mart’ta milletimiz aktif, barışçı, mazlumların ve hakkın yanında duran dış politikamıza da sahip çıktı. Allah’ın izniyle, milletimizin desteğiyle her zaman hakkı savunmaya, her zaman mazlumun yanında durmayı sürdüreceğiz. Bize gelip hale bak, işte basın sizde şöyle böyle. Bizde şu anda 15 tane basın mensubu içeridedir ve bunların da tamamı değerli arkadaşlarım bölücü terör örgütlerinin mensubudur. Büyük bir kısmı bizden önceki dönemde içeriye girmişlerdir. Böyle bir durumları var, kimse bunu sormuyor. Silahlı eylemlerin içerisinde bulunan, silahla yakalanan tipler bunlar. Kimse bunları sormuyor. Kendilerine dün bunu da söyledim, tablo bu dedim; sizin bundan haberiniz var mı? Ses yok, çünkü bilgilendirmeler farklı. Ve bunları duyunca tabii bir taraftan çok şoke olurken, öbür taraftan da diyoruz ki şu anda sizde bölücü terör örgütünün binlerce mensubu var ve siz bunlara da ev sahipliği yapıyorsunuz. Bunlarla ilgili de kalkıp hala bir açık, net tavır sergileyemediniz. Eğer terörle ortak bir mücadelemiz olacaksa, ha burada da dayanışma içinde olmamız şart. Eğer dayanışma içerisinde olamazsak, bilesiniz ki yarın bu sizi de vurabilir.

Değerli arkadaşlar, ben bu düşüncelerle sözlerime son verirken Meclis çalışmalarınızda sizlere başarılar temenni ediyorum. Grup Toplantımıza katılan misafirlerimize de teşekkür ediyor, yeniden buluşmak, yeniden muhabbet etmek umuduyla her birinizi Allah’a emanet ediyor, sevgilerimi saygılarımı sunuyorum.

 

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.