loader image

– 21.10.2014 Tarihli Grup Konuşması

Değerli dava arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum, Grup Toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Çok yoğun bir haftayı geride bıraktık, bu yoğun haftada ülkemizin değişik meseleleriyle ilgili birçok çalışmaya öncülük ettik, katıldık ve çok önemli kararlar aldık. Eminim bugün sadece sizler değil, bütün ülkemizde bu bir hafta içinde yaptığımız çalışmaların neticelerini görmek konusunda ciddi bir takip ve izleme içindedir.

Öncelikle, geçen hafta Grup Toplantımızı müteakip Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen belediye başkanlarımızla uzun bir görüşme gerçekleştirdim. Bu görüşmede onların son olaylarla ilgili kanaatlerini, izlenimlerini, varsa çözüm önerilerini dinledim, acılarını paylaştım ve bütün kaygılarını tek tek alacağımız konusunda kendilerine teminat verdim.

Şunu bir kez daha huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Bu belediye başkanlarımızın her biri gerçek demokrasi kahramanlarıdır, sizler adına onlara bir kez daha teşekkür ediyorum. Çünkü bulundukları yerlerde fikir özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, siyaset yapma özgürlüğünün bayraktarlığını yaptılar. Şantajla karşılaştılar, tehditle karşılaştılar, en yakın akrabaları saldırılara uğradı, evleri, binaları tarumar edildi, ama onlar dimdik ayakta durdular, sizler adına ve en fazla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne nüfuz etmiş milli irade ruhu adına hepimizi temsilen o bölgede demokrasiyi ayakta tuttular. Kendilerine teşekkürü bir kez daha borç biliyorum.

Çarşamba günü ve Perşembe günü Karadeniz ve Marmara bölgeleri milletvekilleriyle bulaştım, bildiğiniz gibi daha önceki hafta da Güneydoğu, Doğu Anadolu milletvekilleriyle görüşmüştüm, bu hafta içinde de İç Anadolu, Akdeniz ve Ege milletvekilleriyle görüşüp, milletvekillerimizle istişare sürecimizi tamamlayacağız.

Cuma günü Diyanet İşleri Başkanlığımızı ziyaret ettim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bildiğiniz gibi doğrudan Başbakana bağlayarak birçok meseleyle bizzat ilgilenme iradesi göstermiş, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığımıza da bu anlamda hak ettiği, protokoller anlamında da hak ettiği yeri verme iradesi göstermiştik.

Çarşamba günü İçişleri Bakanlığımızı ziyaret ettim; bakanlık brifinglerimiz devam ediyor. İçişleri Bakanlığımızı ziyaretimizin temelde 3 çerçevesi, boyutu vardı; kapsamlı bir brifing almak, İçişleri Bakanlığımızın yapısal reform ihtiyaçlarıyla ilgili bizzat İçişleri Bakanımızdan ve ilgili yetkililerden kanaatleri dinlemek, bürokratik konularda vatandaşımızın hayatını kolaylaştırıcı tedbirler hususunda yapılan çalışmaları ele almak ve tabi iç güvenlik reformu bağlamında düşündüklerimizi de de bizzat alanda, yani İçişleri Bakanlığımız yetkileriyle kapsamlı şekilde istişare etmek.

Bu istişareler neticesinde, geçen haftaki Bakanlar Kurulunda ele aldığımız özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik reformuyla ilgili ilkesel tutumumuzun alana nasıl yansıyacağı konusunda çok önemli sonuçlara ulaştık ve dün de 8 saatlik Bakanlar Kurulunda bunu tek tek her bir maddeyle, çerçevesiyle ele aldık. İçişleri Bakanlığımız ve özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik reformuyla ilgili kanaatlerimi biraz sonra sizlerle ve aziz kamuoyumuzla paylaşacağım.

Cumartesi günü güzel Amasya’ya, Yeşil Irmak kenarındaki bu efsanevi şehrimize, Ferhat ve Şirin’in şehrine, şehzadeler şehrine bir ziyarette bulundum. Amasya’da 105 eseri, 138 milyon Türk Lirası tutarındaki eseri Amasyalılara kazandırdık.

Ayrıca, bir başka istişare sürecini de başlatmış olduk, Amasya’ya gelen 29 belediye başkanımızla, büyükşehir belediyeleri dışında kalan belediye başkanlarımızla bir araya geldik, belediyelerimizin sorunlarını tek tek ele aldık, şehir ve şehirlerimizin geleceği konusunda kanaatlerimi kendileriyle paylaştım. 7 Kasım’da da Bursa’da büyükşehir belediye başkanlarımızla bir araya geleceğiz ve medeniyetimizin tarihe yansıyan, tecessüm eden mekan düzenlemeleri olarak şehirlerimizin bu medeniyet ruhunu barındırmak ve geleceğe hazırlanmak konusundaki çalışmalarımızı ele alma imkanı bulacağız.

Amasya’da da zikrettiğim gibi, şehirler medeniyetlerin, toplumların tarih içindeki ruhlarını barındırırlar. Her bir şehrimiz bizim için kutsaldır, her bir şehrimiz milli kültürümüzün, tarihi derinliğimizin, milli birlik ve beraberliğimiz sembol şahsiyetlerini, manevi önderlerini toprağın altında da, üstünde de barındırırlar. Biz Amasya’da şehirlerimizin ruhu üzerinde konuşurken, birileri tam bir vandalizm ile kadim kültürün en köklü, en güzel şehirlerini, Diyarbakır’ı, Mardin’i, Van’ı, Bitlis’i, Batman’ı, Siirt’i kana bulamakla meşguldüler; işte aramızdaki fark bu. Bizler şehir kuran, şehirleri bütün insanlık birikiminin merkezi yapan bir kültürel mirası savunmak için çalışıyoruz, birileri de şehirleri yıkmak, şehirlerin ruhunu oluşturan ortak yaşam alanını yok etmekle meşguller. Bizler ırk, din, mezhep ayrımı gözetmeden bütün şehirlerimizin, her kökenden, her geçmişten, her etnik ve mezhebi gelenekten gelen vatandaşlarımızın barış ve huzur içinde, karşılıklı saygılı içinde yaşadıkları gerçek anlamda çoğulcu şehirler kurmaya çalışıyoruz, birileri ise şurası Kürt şehri, şurası Türk şehri, bir başka yer şu veya bu mezhebe yakın gibi ayrımlarla şehirlerimizi bölmeye çalışıyorlar; bu çok önemli.

Dikkat ediniz, Irak’ta ve Suriye’de ne zaman şehirler, şu Erbil Kürt, Basra Şii, Musul Sünni şehridir gibi bölünmelere başladılar, devlet de bölünme sürecine girdi, ülke de bölünme sürecine girdi; aynı şey Suriye için geçerli. Türkiye’de bütün şehirler milletimize aittir, hiçbir şehir şu veya bu etnik grupla, mezhebi tanımla tanımlanamazlar. Her bir şehir bizden aziz hatıralar barındırır, her bir şehir bize ecdattan yadigardır, o emaneti koruma konusunda ne gerekiyorsa her türlü tedbiri alırız ve o şehirleri gerçek anlamda silm şehirleri, barış şehirleri, kapılarına gelen insanları içine aldığında herkesin emniyet bulduğu şehirler haline dönüştürme ve bu şekilde koruma kararlılığını da sürdüreceğiz. Amasya’da bu konudaki kanaatlerimi paylaştım. Bu şehirlerimizin hepsi birbirinden güzeldir, tek tek zikretmeye kalksam şimdi Grup Toplantımız bir şehirler seyrüseferine döner. Ama bütün şehirlerimizi buradan selamlıyorum, Diyarbakır’ı, mürşit şehri selamlıyorum, peygamberler şehri Urfa’yı selamlıyorum, biblo şehir Mardin’i selamlıyorum, bütün güzellikleri barındıran Van’ı selamlıyorum, ulemanın şehir Siirt’i selamlıyorum, Bitlis’i selamlıyorum, Bingöl’ü selamlıyorum, Muş’u selamlıyorum, Kilis’i, Antep’i, Osmaniye’yi, bütün Suriyelilere misafirperverlik yapan Hatay’ı, bütün şehirlerimizi selamlıyorum. Doğusuyla, batısıyla bütün şehirler bütün milletimize aittir.

Amasya’dan çok güzel hatıralarla ayrıldık ve hafta sonu Akil İnsanlar Topluluğuyla bir araya geldik, ama oraya geçmeden dün katıldığım bir toplantıyla ilgili de kanaatlerimi ifade etmek istiyorum. Dün de Bakanlar Kurulu toplantımız öncesinde Yüksek Öğretim Kurumu’nu ziyaret ettim, kapsamlı brifing aldım ve özellikle yeni devreye sokulan akademik arşiv projesiyle ilgili bilgilendirmede bulundu arkadaşlarımız, uzun bir toplantıda yükseköğretim ile ilgili, üniversitelerimizin milli ve evrensel birikimiyle ilgili kanaatlerimi, akademisyenlerimizin şartlarıyla ilgili kanaatlerimi paylaştım.

Önümüzdeki dönemde eğer ülkemiz gerçek anlamda yükselen bir güç haline gelecekse, bunun anahtar kavramı eğitimdir eğitimdir eğitimdir. Bu anlamda çok köklü bir kültürel mirastan gelen bizler, küreselleşmenin getirdiği araçları da en iyi şekilde kullanarak üniversitelerimizi gerçek bilim merkezleri haline getirme konusunda kararlıyız.

Tabi bu haftanın belki de en önemli çalışmalarından birini Pazar günü Akil İnsanlar Heyetiyle yaptım. Kobani bahane edilerek yapılan şiddet ve vandalizmden sonra, çözüm süreciyle ilgili kararlılığımızı bir kez daha burada teyit etmek istiyorum. Akil İnsanlar Heyeti geçen sene çözüm süreci ivme kazandığı dönemde Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde bu sürece vicdanlarıyla, birikimleriyle katkıda bulunan çok saygın isimlerden oluşuyor, toplumun her kanaatini, toplumdaki her siyasi ideolojik eğilimi barındıran gerçek bir fikir harmanı oluşturuyor. Ben kendileriyle buluşmaktan çok büyük bir memnuniyet duydum. 11 saat süren görüşmemizde her birini hiçbir zaman sınırlaması koymadan dikkatlice dinledim. Eleştiri yapanlar oldu, onların bütün eleştirilerini not ettim, olaylarla ilgili son derece önemli kanaatler serdedenler oldu, çözüm önerileri teklif edenler oldu, hepsini dinledim. Sonunda da kendi kanaatlerimi, değerlendirmelerimi gayet bir açık bir şekilde, berrak bir şekilde ifade etim.

Bir kez daha kendilerine teşekkür ediyorum hem katkıları dolayısıyla, hem de toplantı sonrasında yaptıkları yorumlarla, kamuoyuyla paylaştıkları hususlarda çözüm sürecine olan inançlarını bir kez daha dile getirmeleri dolayısıyla.

Gerek basın toplantısında, yani basına açık kısımda vurguladığım, gerekse toplantı esnasında tekrar dile getirdiğim hususu burada bir kez de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Çözüm süreci, hiçbir dış etki olmadan bu milletin kendi dinamikleri içinde ve Hükümetimizin katkılarıyla oluşmuş milli, yerli ve özgün bir projedir ve sonuna kadar korunacaktır.

Millidir, çünkü bu topraklarda Malazgirt’ten bu yana oluşan o büyük milli harmanı barındırır, her bir unsuruyla bizim milletimizin fertlerini barındırır.

Yerlidir, çünkü inisiyatif Hükümetimizden, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde kendisinden gelmiştir 2005 Diyarbakır konuşmasıyla ve hep yerli aktörler süreçte değerlendirilmiştir, Akil İnsanlar Heyetinin tümünün yerli olması gibi. Farklı siyasi görüşlere sahip olsalar da hepsi bu sürece yerli aktörler olarak katıldılar.

Bizim için özgündür, çünkü daha önce başka ülkelerde denenmiş modellerden farklı unsurları barındırmaktadır, çünkü hiçbir benzer olay, IRA örneği, başka örnekler veriliyor, Türkiye gibi bir coğrafyada, Türkiye gibi çok karmaşık, ama zengin bir tarihi geçmiş barındırarak ortaya çıkmamıştır. Bu süreç başarılı olduğunda Türkiye’nin ayağındaki prangalardan kurtulmak mümkün olacağı gibi, bütün vatandaşlarımız da sahip oldukları kültürel geçmiş, dil, lehçe dolayısıyla tahkir edilmeyecekleri tam bir özgürlük alanına kavuşacaklar. Demokratik Türkiye, yeni Türkiye her bir vatandaşının her bir özelliğini aziz bilir, kutsal bilir ve o özellikleri korumak için her türlü çabayı sarf eder.

Şimdi bu çerçevede Akil İnsanlar Heyetiyle yaptığımız görüşmede de ele aldığım gibi, çözüm sürecini biz konjonktürel kaygılarla, taktiksel hedeflerle başlatmadığımız gibi, konjonktürel olarak çıkartılan krizlerle de bitirmeyiz. Çözüm süreci başlarken bu sürecin zorlu olacağını, provokasyonlarla karşılaşacağını, içeriden ve dışarıdan bu milletin, Türklerin, Kürtlerin ve bütün milli unsurların omuz omuza vermesinden rahatsız olanların bunları provoke etmeye çalışacaklarını biliyorduk. Gördüğümüz ve bildiğimiz tehlikeden korkmayız biz. Hiçbir tehlike karşısında boğun eğmediğimiz gibi, stratejik bir proje olarak benimsediğimiz çözüm süreci konusunda gelen provokasyonlara da boğun eğmeyeceğiz.

Bu stratejik hedefe ulaşana kadar çevremizde komşu ülkeler maalesef etnik ve mezhebi temelde bölünürken, hiçbir… (Dua Okundu)

Sağ olun.

Bu dualar Türkmen obalarında da, Kürt aşiretlerinde de yapılan dualardır. Türkmen obalarına da, Kürt aşiretlerine de buradan selam olsun. Ki onlar Malazgirt’te de omuz omuzaydılar, Çanakkale’de de omuz omuzaydılar, ne zaman bu ülke ve bu vatan tehdit altına düşmüşse hep omuz omuza oldular, olmaya devam edecekler.

Bu stratejik hedefi gerçekleştirene kadar, bu hedefe emek veren herkesle omuz omuza yürümeye çalışacağız.

Formülü şuradadır bu hedefin: Evet, ortak planlama önemli, ortak söylem önemli, ortak akıl ki çok kullanıyoruz, Akil İnsanlar Heyetinde de kullandık, o da önemli. Ama en önemlisi, ortak vicdanı korumak ve geliştirmek, ortak vicdan olmadan ortak akıl, ortak eylem, ortak söylem olmaz. Şimdi ortak vicdan adına bütün partilere, sivil toplum kuruluşlarına, kanaat önderlerine buradan sesleniyorum; sesinizi yükseltin, şehirlerimizi yok etmek isteyenlere, vandalizme karşı sesinizi yükseltin, kardeşliğin yanında sesinizi yükseltin, dostluğun ve milli birliğin, beraberliğin yanında sesinizi yükseltin.

Bugün baktığımızda çözüm süreci konusunda da, diğer konularda da, birçok siyasi parti var, Türkiye demokratik bir ülke, çok farklı görüşlerde siyasi partiler var ve olacak. Ama temelde iki siyasi eğilim var gördüğümüz, son olaylar bunu daha açık bir şekilde ortaya koydu.

Bir; tek tipçi, BAAS’çı, dayatmacı ve başka fikirlere tahammül edemeyen siyasi akım.

İkincisi de; demokratik çoğulculuğu benimsemiş, her bir vatandaşına saygıyla, muhabbetle bakan, her bir siyasi görüşe özgürlükçü bir yaklaşımla, empatiyle yaklaşan akım.

Birincisinin temsilcileri belli, maskeleri düştü, kendilerini gösterdiler. Nasıl Suriye’de BAAS rejiminin yanında durmuşlarsa onlar Türkiye’de de istiyorlar ki, belli bir bölgede sadece bir siyasi parti olsun, başka siyasi partiler olmasın, sadece bir siyasi görüş olsun, başka bir siyasi görüş olmasın, başka bir sivil toplum kuruluşu yapılanması olmasın, onlarsa onlardan izin alarak hayat hakkına sahip olsunlar, farklı görüşler özgürce beyan edilmesin, insanlar zorla haraç vermeye, belli siyasi görüşleri ifade etmeye mecbur bırakılsınlar. İşte bunları alt alta koyduğunuzda tam bir BAAS ideolojisi çıkıyor. Bunu yapmak isteyen bir siyasi görüş var Türkiye’de.

Aynı şekilde farklılıklara tahammül edemeyen ve ta kendi siyasi geçmişi dolayısıyla tek partici zihniyeti bugüne taşıyan bir CHP var, bir HDP var. Birlikte Türkiye’deki bu şehirlerin yanmasına sebep olacak provokasyonlara çanak tuttular. Biz, hangi amaçla olursa olsun, hangi etnik veya mezhebi grubu diğerine karşı destekliyor olursa olsun, hiçbir tekçi yaklaşıma izin vermeyeceğiz. Şehirlerimiz, sokaklarımız, köylerimiz, aşiretlerimiz, obalarımız, ailelerimiz, evlilik üzerinden en yakın akrabalıklarımız her bir vatandaşımızı barındıracak çeşitliliği muhafaza edecekler. İşte o zaman geleceğimize emniyet içinde bakabiliriz, bu mücadeleyi de sürdürmeye kararlıyız.

Onlar için kendilerinden olmayanların hayat hakkı yoktur. Dikkat ediniz, bu olaylarda 40’a yaklaştı kayıplarımız, 38 oldu son olarak yaralılardan da vefat edenler dolayısıyla, ama sembol 3 katledilen vatandaşımızdan bahsetmek istiyorum.

Şehit olan Atıf Şahin’in burada ailesini evinde ziyaret ettim. Amasya’ya gittiğimde Amasya’da da zikrettim, Amasya’da Hüseyin Hatipoğlu polis kardeşimizin, şehidimizin ailesini ziyaret ettim. Her iki aileye de gerçekten buradan tebriklerimi, teşekkürlerimi iletmek istiyorum millet adına, tam bir metanetle karşıladılar bütün bu olayları. Hiçbir polis, emniyet görevlisinin evinde nefret dili duymadım ben, gidin de şunları cezalandırın gibi bir tabir duymadım. Başka gruplara karşı şiddet içeren bir ifade duymadım, aksine mütevekkil ve gayet vakur bir duruşla vatan sağ olsun, milletimizin arasına fitne girmesine Sayın Başbakanım izin vermeyin dediler. İşte bizim kültürümüz bu.

Şimdi şehit edilen Atıf da, Hüseyin de bu anlamda bu vandalizmin kurbanı oldular, Diyarbakır’da şehit edilen 16 yaşındaki Yasin Börü de. Hüseyin de, Yasin Börü de, Atıf da Kürt, Türk olarak aynı katillerin elinde şehit oldular. Esnafla omuz omuza olduğunu göstermek için onları ziyaret ederken ikisi şehit oldu, o genç kardeşimiz de, bugün sabah babasıyla tekrar konuştum Fikri Bey, o genç kardeşimiz de kurban ettiğini fakirlere dağıtmak isterken 3’üncü kattan atılarak, taşla başı ezilerek şehit oldu. Tabi onun yanında diğer 3 arkadaşı daha şehit oldular.

Şimdi bakınız, bu vatandaşlarımızın doğdukları yerler, bu vatandaşlarımızın etnik veya kültürel arka planları artık önemli değil, Türk’tüler, Kürt’tüler, Diyarbakırlıydılar, Amasyalıydılar, Ankaralıydılar, ama bizimi nezdimizde bugün onlar bu zalimler karşısında her biri bir Hazreti Hüseyin’dir, her biri, tam Muharrem ayı yaklaşırken zikrediyorum. Muharrem ayı yaklaşırken Amasyalı Hüseyin bir Kerbela şehidi gibi kendi halkıyla dayanışma içindeyken şehit edildi, arkasından Yasin-i Şerif okuyarak defnedilerek Yasin fakirlere yardım etmek, mazlumlara yardım etmek isterken şehit edildi; Allah onlara rahmet eylesin.

Ama bu toprakları Kerbala’ya çevirmek isteyenlere bir daha izin vermeyeceğiz, hiçbir şekilde etnik ve mezhep temelli katliamlara, katillere bu topraklarda yer olmayacak, bunu böyle bilmeleri lazım.

Onların tavrının aksine, bizim için her can azizdir, her insan korunması gereken kutsal bir emanettir. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın şiarını her bir vesileyle zikrederken bunu dilimizden söylemiyoruz, aklımızdan dahi söylemiyoruz, yüreğimizden söylüyoruz biz, yüreğimizden. İnsanın hayatı, özgürlüğü, onuru, nesli, aklı, malı, canı emniyet altındadır. Bizim kadim kültürümüzde makasıd olarak bilinen bu temel haklar, evrensel hukukta da tekrar edilmiştir. İnsanın canı, aklı, inancı, nesli, malı emniyet altındadır ve emniyet altında olacaktır; bunların her birine yapılan saldırı insanlık onuruna yapılan saldırıdır. İşte biz bu açıdan baktığımızda, özgürlük-güvenlik dengesi dedik, hatta bir adım öteye giderek bugün yeni bir kavramla bunu ifade etmek isterim, özgürlük-güvenlik uyumu, sadece dengesi değil, iki taraflı denge değil, aksine iç içe geçmiş bir uyum mantığıyla yaklaşıyoruz ve bu anlamda da Kobani olaylarından sonra ülkemizin her bir yanından gelen seslere, taleplere, çağrılara cevap verecek özgürlüklerin korunması ve iş güvenlik reformu paketini 1 hafta boyu çalışarak hazır hale getirdik. 

Dikkat ediniz, öylesine bir ayrım yaşandı ki, sokağa çıkın çağrısı yapanlar dahi bu vandalizmi savunmaz hale geldiler. O zaman, kimse bugün sizlerle de paylaşacağım konuları, Türkiye’nin otoriterleşmesi ya da daha özgürlükleri kısıtlayan bir alana geçmesi diye görmemelidir. Mademki bu manzaraları, o manzaraları çıkarmak için provokatif tweet atanlar dahi bugünü savunamıyorlar, o zaman getirdiğimiz ve getireceğimiz tedbirler konusunda da objektif yaklaşsınlar ve bunların Türkiye’de ve dünyadaki uygulamalarına bakarak değerlendirsinler, bir önyargıyla yaklaşmasınlar, bunları bir siyasi istismar malzemesi yapmasınlar. Aksine, bugün açıklayacağımız tedbirler ve açıklayacağımız reform projeleri, bunun altını çizerek söylüyorum, reformlar, bir taraftan özel hayatın mahremiyetini korumaya, kişisel verilerin korunmasına, insan hak ve özgürlüklerinin tahkim edilmesine yönelik reformlardır, diğer taraftan elektronik ticaret güvenliğinden iş güvenliğine kadar uzanan geniş çaplı, bütün vatandaşlarımızın günlük hayatlarını tam bir güven içinde yaşamalarını sağlayacak reformlar olacaktır. Ayrıca, uyuşturucuyla mücadeleden terörle mücadeleye kadar birçok alanda da bu güven ortamını zedeleyeceklere karşı alınacak tedbirler var.

Şimdi birinci alan ki bunları bir önem sırasına göre değil, ancak özgürlüklerin korunması ve iç güvenliğinin tahkim edilmesine yönelik bu reformları bürokrasinin de azaltılması bağlamında da tek tek sizler aktarmak istiyorum.

Birinci alan; İçişleri Bakanlığımızda yaptığımız değerlendirmelerle, vatandaşlarımızın günlük hayatlarını kolaylaştırıcı ve vatandaşlarımıza güven duyan bir devlet anlayışını yerleştirici birtakım adımlar atmaya karar verdik. Bunlar Nüfus Hizmetleri Kanununda yapılacak değişikliklerle sağlanacak. Doğum, evlenme, boşanma ve ölüm gibi hallerde nüfus müdürlüklerine gitme zarureti ortadan kalkacak, nüfus müdürlüklerine gitmeden doğrudan bildirimle tescil yapılabilecek. Öyle anlar yaşanıyor ki, hepimiz yaşamışızdır, en yakınımızı kaybederiz, bir taraftan cenaze hazırlıklarıyla uğraşırken, bir taraftan da ölümü bildirip nüfus müdürlüklerine giderek defin kağıdı almaya çalışırız vesaire. Bizim devletimiz vatandaşına güvenmelidir, güvenecektir. Bu çerçevede nüfus müdürlüklerine gitmeden bildirimle tescil imkanı sağlanacak.

İkincisi; isim ve soy isim değişikleriyle ilgili mahkeme kararı artık olmayacak, ihtiyaç olmayacak. İsim zati bir şeydir, kişinin kendisinin seçmesinin en doğal hakkı olduğu bir husustur. Kimse bir isim için herhangi bir yere gidip izin alma ya da isim değişikliği için izin alma zorunluluğunda olmayacak, bu zati hak vatandaşlarımıza verilecek ve vatandaşlarımız mahkemeye gitmeden tek bir dilekçeyle, ben bundan sonra şu soyadını değil, bu soyadını kullanmak istiyorum diyecek, dedikten sonra da işlem başlamış olacak, hiçbir mahkeme süreci olmayacak; o eskidendi.

Ben kendi kızımı kaydederken nüfus memuru, hatırlıyorum, annemin adı Memnune, bunu kaydedemem demişti, sene 88, Arapça bu isim demişti. Baktım nüfus memurunun kendi adı da Mahmut. Peki ismin, bu nece dedim ve Mahmut isminin kökenini anlattım ona. Ama ikna etmem emin olun 15-20 dakikayı buldu, niye o ismi istediğim, kaydettirmem konusunda. Artık kimse çocuğuna vereceği isim konusunda da, kendisi bir isim değişikliği istiyorsa, soyadı değişikliği, ki vaktinde son derece rastgele verilmiş ve birçok vatandaşımız için de kullanıldığında bazen yüzü kızaran soyadları var, bütün bu soyadlarını tek bir dilekçeyle değiştirme imkanı vereceğiz. Hiçbir hakim de, hiçbir memur da vatandaşımızın ismine karışma ya da o ismi tayin etme hakkına sahip olmayacak.

Yine nüfus ve kayıt örneği, ikametgah gibi belgeler e-devlet üzerinden verilecek. Yani ikametgahlar için artık yine sıra beklemeler, her bir bürokratik işlem geçersiz olacak, gerekli olmayacak.

Pasaport, bu da çok önemli, pasaport ve sürücü belgeleri, bunlar nihayette seyahat belgesidir ve sürücü belgeleri de sosyal hayat içinde kullanılan bir belgedir, bunlar Emniyet Genel Müdürlüğü’nün işi değildir, güvenlikle ilgili bir konu değil. Pasaport alacak olan bundan sonra Emniyet Genel Müdürlüğüne gitmeyecek, Nüfus ve Vatandaşlık işleri Genel Müdürlüğüne gidecek. Böylece, sanki pasaportla yurt dışına çıkan her vatandaş bir potansiyel suçluymuş gibi gidip emniyet kapılarında pasaport için ya da ehliyet için beklemeyecek, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne müracaat edecek. Bu da çok temel bir değişikliktir, bir zihniyet değişimini yansıtır, bunlar artık polisiye alanlar değil, vatandaşlık haklarıyla ilgili alanlardır.

İkinci alan; İçişleri Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması. İçişleri Bakanlığı’nda aldığım çok kapsamlı brifingden sonra, birçok bakanlıkta edindiğim intibaı orada da edindim, bakanlıklarımızın son 12 yıllık tecrübemiz ışığında yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Önümüzde yeni Türkiye inşa edilirken kurumlarımızın kendilerini şöyle bir muhasebeden geçirmesi gerekiyor: Geçmiş birikimler neydi, 12 yıllık tecrübe içinde yaşananlar noktasında geldiğimiz düzey nedir ve şimdi atılması gereken adımlar nedir? Bütün bu bakanlıklarımıza ve bütün kurumlarımıza bu talimatı verdim, bizzat da gidip herkesi dinleyeceğim. Ama herhangi bir bakanlıkta, herhangi bir kurumda reform yapılması gerekiyorsa hiç tereddüt etmeden o reformları yapacağız. Artık Türkiye’nin sivil, demokratik karakterini tahkim etmesinin vakti gelmiştir. Bunu Diyanet İşleri Başkanlığımızda da yaptım, YÖK’te de yaptım, çok açık bir şekilde meslektaşlarım rektörlerle üniversitelerimizin problemlerini açık bir şekilde kamuoyu önünde de tartıştım. Bundan sonra bizim her şeyi şeffaf bir şekilde tartışarak ülkemizin geleceğini, devletimizin yeniden yapılandırılmasını ve demokrasimizin tahkim edilmesini teminat altına almamız lazım, bunu yapmaya çalışıyoruz.

Bu çerçevede Emniyet Genel Müdürlüğünün etkinliğini ve idari esnekliğini güçlendirecek tedbirler alacağız. Emniyet Genel Müdürlüğünün gerek Bakanlar Kurulunda, gerek bana Bakanlıkta verilen brifingde kendi örgüt şeması, kendi kurumsal yapısı içinde çok ciddi bir piramit bozulması olduğunu hep beraber gözledik, bunu düzelteceğiz, ihtiyaçlar neyse onlar karşılanacak. Ama biraz sonra, üzerinde durduğum gibi, her bir güvenlik birimimiz, mensubumuz da demokratik, hukuk devleti kuralları içinde hareket etmeye yönlendirilecekler ve bu kurallar içinde davranmaları bir güvenlik kültürü haline gelecek. Güvenlik de bir kültürdür, salt fiziki güçle ilgili bir husus değil, o kültürü yerleştireceğiz.

Bu çerçevede çok önemli bir adım atıyoruz, devrim mahiyetinde bir adım, o da, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarının atama ve sicil yetkilerinin doğrudan İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıdır. Şimdiye kadar Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları İçişleri Bakanlığı’na bağlı olmakla birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde düzenlemeler yapılıyordu ve bu belli bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştı.

Şimdi geldiğimiz noktada vardığımız prensip kararı şudur: Askeri konular hariç, ki o zaman zaten jandarma askeri hüviyetiyle ortaya çıkar, o konular hariç, bütün diğer konularda yetkiler İçişleri Bakanına ve İçişleri Bakanlığı’na veriliyor, atama, değerlendirme, sicil ve birçok konular.

Bu konuda da şunu ifade etmek isterim: Türk Silahlı Kuvvetleri şu ana kadar da ülke güvenliği açısından gözbebeğimiz gibi korumamız gereken çok önemli temel kurumumuzdur. Önümüzdeki hafta inşallah Genelkurmay Başkanlığımızı da ziyaret ederek doğrudanda brifing alacağım.

Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin sağlam bir zeminde inşa edilmesi, milli güvenliğimiz, ulusal güvenliğimiz açısından ve demokrasimizin geleceği açısından en temel konulardan biridir. Şu ana kadar da bu konuda birçok reform yaptık, bundan sonra da bu reformları sürdürerek, bir taraftan bütün kurumlar üzerindeki sivil ve demokratik denetimi güçlendireceğiz, diğer taraftan da o kurumlarımızın kendi alanlarında en yetkin hale gelmesi için ne gerekiyorsa, ne destek gerekiyorsa onu da vermeye devam edeceğiz. Bu anlamda bu son planladığımız değişiklik gerçek bir reform niteliği taşımaktadır.

Ayrıca, bunun dış alana yansıması görünür olması için de bundan sonra jandarmalarımız İçişleri Bakanlığımızın tayin edeceği özel bir kıyafet giyecekler, özel bir kıyafetle alanda çalışacaklar. Bu anlamda hem idari işleyiş bakımından, hem de toplumsal görünürlülük bakımından demokratik, sivil hayatın daha yakın unsurları halinde çalışmaya devam edecekler. Çağdaş ve etkin bir yapıya hem Jandarmamızı, hem Emniyet Genel Müdürlüğümüzü kavuşturmaya kararlıyız. Bu anlamda diğer tedbirlerden önce dikkat ederseniz aslında yapısal tedbirleri öne çıkardık, insan haklarıyla ilgili tedbirler ve yapısal tedbirler. Devlet önce kendisine bakıyor ne yapılması gerektiği konusunda bu hususları ele alıyor, sonra da insan hakları bağlamında atılması gereken adımları önceleyerek tedbir planlaması yapıyor.

Yine üçüncü alan, son derece önemli ve kamuoyunda son dönemlerde bu olaylardan sonra bazı iç güvenlik reformu tedbirleri alacağımız gündeme geldiğinde istismar edilen bir konuya da açık ve net bir şekilde burada cevap vereceğiz bu reform paketi içinde, o da kolluğun önleyici ve adli istihbarat faaliyetlerinin denetimi. Yani herhangi bir istihbari faaliyet yapılıyorsa, bunun da uyum içinde karşısında dengeleyici mahiyette denetimi de yapılacak. Çeşitli konularda güvenlik birimlerinin yaptığı istihbarat, teknik takip, dinleme gibi yetkiler, şu anda da kanunlarımızda olan yetkilerin önce bu birimlerde, İçişleri Bakanlığında, Başbakanlık Teftiş Kurulunda ve Başbakanlıkta denetimi yapılacak. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oluşturulan 17 kişilik bir komisyona da rapor sunulacak. Yani dinlemeyle ilgili rahatsızlıkların hepimizi nasıl rahatsız ettiğini son aylarda biliyoruz. Bu rahatsızlıkları gidermek için her türlü tedbiri alacağız, ama eğer herhangi bir suçun önlenmesi için önleyici bir kısa süreli, süreli ve tek bir konuya münhasır önleyici bir istihbarat dinlemesi yapılmışsa ya da mahkeme kararıyla adli bir istihbarat dinlemesi yapılmışsa, bu yapılan dinlemelerin hepsi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütün partilerin katıldığı bir komisyonda değerlendirilecek, raporlandırılacak ve denetim altına alınacak. Yani kimse bu konuda şu şüpheye düşmesin: Hükümetimiz dinlemelere karşı en etkin tedbiri aldı, acaba geriye dönüş mü var? Hayır, verdiğimiz hiçbir özgürlükten geriye dönüş yaşatmayız. Ama şunun da bilinmesi gerekir: Son derece dinamik bir değişim çağında yaşıyoruz. Bazen yeni gelen teknolojik bir araç imkanlarımızı genişlettiği kadar özgürlüklerimizi kısıtlayıcı sonuçlar da doğurabiliyor. Bu konuda da son derece dikkatli, gerektiğinde kanunlarımızı, yönetmeliklerimizi, genelgelerimizi insan haklarına uygun bir şekilde revize ederek halkımızın özgürlüğünü ve güvenliğini uyum içinde yaşamasını teminat altına alacağız. Yetki istismarına karşı her türlü tedbir bu çerçevede alınacak.

Dördüncü alan; şimdi şiddet olayları ve toplantı ve gösteri yapma hakkının korunmasıyla ilgili alınacak tedbirler. Toplantı ve gösteri yapma hakkı demokratik bir haktır, engellenemez. Eğer biri engelleyecek olursa, önce ben o engelleyenin önüne gider engellediği yerde toplantı ve gösteri yaparım. Ama aynı zamanda her hak ve özgürlük gibi toplantı ve gösteri yapma hakkı da hukuk devleti kuralları içinde gerçekleşir, kamu düzeni kuralları içinde gerçekleşir. Bir hakkın verilmesi, o hakkın başkalarının haklarını gasp edecek şekilde kullanılması sonucunu doğurmaz. Bu haklar herkes tarafından kullanılabilecek, ama şu alan benim alanımdır, bu alanda sadece ben gösteri yaparım, başkası gösteri yapamaz. Ben bu alanda gösteri adı altında her türlü şiddeti yaparım, kimse bana ses çıkaramaz denirse ses çıkarılır. Devlet nerede diye bir vatandaş sorarsa, biz buradan haykıracağız; devlet de burada, millet de burada.

Şimdi toplumdaki kamuoyu hassasiyeti bağlamında da bazı konulara tek tek girmeyi düşünüyorum. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yapanlara karşı her türlü saldırı engellenecek. Öyle durumlar oluyor ki, toplantı ve gösteri yapılıyor, o toplantı ve gösteri yapanlar bize karşı da olsalar, eleştirel de olsalar güvenlik birimlerimizin görevi, o toplantı ve gösteri yapanların da can güvenliğini teminat altına almaktır. Bu teminat altına alma görevi, onların kamu görevidir. Herhangi bir toplantı ve gösteriye dışarıdan bir saldırı olduğunda en etkin bir şekilde bu saldırı durdurulacak. Bu çerçevede şiddete dönüştüren her türlü eylem suç sayılacak. Yani toplantı gösteri yürüyüşü yapıyoruz. Ne yapacaksınız? Fikirlerimizi ifade edeceğiz. Çok güzel, edin. Ama elinize molotof kokteyli aldığınız anda toplantı ve gösteri hakkı biter, şiddet eylemi başlar. O andan itibaren ben toplantı ve gösteri hakkımı kullanıyorum, bana müdahale edemezsin diyemez kimse.

Bununla ilgili olarak geçmişte bazı yasal düzenlemeler yapıldı, ben Yargıtay içtihadını da getirttim. İçişleri ve Adalet Bakanımızla bu hafta saatlerce biraraya geldik. Patlayıcı, yakıcı, ateşli silahlar diye birçok tanımlamalar var. Ama maalesef molotof kokteyli konusunda öyle bir muğlaklık var ki hakimlerin takdir yetkisine kalıyor; molotof kokteyli yakıcı bir madde mi, yoksa değil mi? Şimdi bu takdir hakkını kusura bakmasınlar, hakimlerimize saygımız sonsuz ama, son yaşanılan olaylardan sonra bu konuda kimseye takdir hakkı bırakmayız; molotof bir saldırı aracıdır. Eğer o molotof kokteyliyle ambulanslar yakılmışsa, o molotof kokteyliyle kütüphanelere saldırılmışsa, müzelere saldırılmışsa, Kur’an kursları yakılmışsa, o molotof kokteylleri insanların yüzlerine atılarak polislerimiz yanmışsa, o molotof kokteyli belediye otobüsüne atılıp genç kızlarımız genç yaşta hayatlarını kaybetmişlerse biz buna sessiz kalamayız, bunun adı da özgürlük olmaz.

Şimdi bu noktada ve bundan sonra alacağımız tedbirler hususunda da tamamıyla Avrupa Birliği ve Dünya Evrensel Standartları esas alacağız. Şimdi birileri Avrupa, biz bunları kendi insanımızın güvenliği için alıyoruz, ama Avrupa’dan uzaklaşıyor muyuz diye soru soracaklarsa ki birilerinin tek referansı o, onlara cevaben; Avrupa’da, Amerika’da, Almanya’da, Kanada’da molotof kokteylinin ne karşılığı olduğunu buradan paylaşmak istiyorum.

Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallıkta; Birleşik Krallık içtihat hukukuna göre molotof kokteyli bulundurmak ve kullanmak 1883 tarihli patlayıcı madde kanunu kapsamında değerlendirilmektedir. Bu kanuna göre hayati tehlikeye yol açacak ya da mülkiyete zarar verecek şekilde herhangi bir patlayıcı maddeyi kullanmak, kullanmak için anlaşmak ya da kullanmaya niyet etmek patlama gerçekleşmese bile suçtur, patlama olmasa bile suçtur. Bu suçtan hüküm giyenler, kanunun ikinci maddesine göre ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılırlar. Ayrıca yine aynı kanun kapsamında şüpheli bir biçimde ve sebebini açıklayamadan patlayıcı madde bulundurmak 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

Amerika Birleşik Devletleri; ABD Adalet Bakanlığı molotof kokteylini zarar verici materyallerden kabul etmektedir. ABD’de kayıt dışı molotof kokteyli bulundurmak, üretmek, taşımak, satmak veya bunları kullanmak yasaktır ve söz konusu cürümleri işleyen eyaletten eyalete değişen yaptırımlara tabidir. Örneğin Michigan eyaletinde molotof kokteyli bulunduran, üreten, taşıyan, satan kişi dört yılda ve/veya 2 milyon dolardan fazla olmamak şartıyla ağır cezayla cezalandırılır. Molotof kokteylini kullanması, insanların canına veya malına yönelik bir zarar ortaya çıkması durumunda bu ceza artmaktadır. Delaware eyaletinde molotof kokteyli bomba olarak tanımlanmakta, üretmek, elinde bulundurmak, kullanmak ve taşımak ağır ceza sınıfında suç sayılmıştır. Bu suçu işleyen 16 yaşından büyükler yetişkin olarak kabul edilir.

Almanya; 2003 tarihli Alman Silah Kanununa göre molotof kokteyli yasaklanmış silahlar listesinde bulunmaktadır.

Kanada; Kanada’da da molotof kokteyli yasaktır ve illegal kabul edilir.

İngiltere’de bir örnek; Londra’nın kuzeyinde Türklerin yoğun olarak yaşadığı Newington Green Bölgesinde molotof kokteyli saldırı yapan PKK sempatizanı üç kadına toplam 19 yıl 4 ay hapis cezası verilmiştir.

Şimdi açık söylüyorum; ben kendi değerlerine ve evrensel değerlerine inanan bir insanım. Benim için birinci derecede kutsal olan şey, benim insanımın canıdır, can güvenliğidir; bundan daha kutsal hiçbir şey olamaz, hiçbir hak olamaz. Ama birileri için -ki biz evrensel değerlere, Avrupa Birliği normlarına da bu anlamda bağlıyız- tek norm; dışarıda demokratik ülkelerdeki uygulamalarsa, işte demokratik ülkelerdeki uygulamalar. Kimse çıkıp da bu uygulamalardan, bunlardan sonra molotof kokteylini savunmaya cüret etmesin. Bunu buradan özellikle okudum ki Avrupa’daki basın yayın organları da bu konular yasalaştığında Türkiye otoriterleşiyor diye yaygara yapmaya kalkmasınlar. Önce kendi ülkelerine baksınlar, sonra Yasin Börü’nün ve diğer katledilen vatandaşlarımızın haklarını koruma konusundaki kararlılığımız dolayısıyla bize sadece saygı göstersinler. Bizim vatandaşımızın hayat hakkına saygı göstermeyene biz de saygı göstermeyiz.

Yine bir başka husus; şiddet işlemek amacıyla yüzünü kapatarak toplantı ve gösteri yapacağım iddiasında bulunanlar, bunlara da izin verilmeyecek, bunlara izin verilmeyecek. Burada birçok resim vardı, ben size gösterebilirdim, ama hepiniz gördünüz. Televizyonlarda gördünüz, Okmeydanı’nda yüzünü tamamıyla kapatmış, tanınması mümkün değil elinde pompalı tüfek. Bu gösteri mi? Ya da Diyarbakır’da, Batman’da tümüyle yüzünü kapatıp ambulanslara saldıranlar, binalara saldıranlar; şimdi bu toplantı ve gösteri ise, ya bunlar bizi yeterli akli yetkinlikte görmüyorlar ya da milletin aklıyla alay ediyorlar. Bunlar toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü içine giremez. Toplantı ve gösteri yapmak isteyen yüzü açık bir şekilde kendisini gizlemeden her türlü görüşü söyler. Eğer bu sebeple bir takibata uğrarsa, onun hakkını korumak da bizim görevimiz. İşte ben Amasya’daydım. Binlerce vatandaşımız yağmur altında toplantı ve gösteri yapma hakkını, bir anlamda orada biraraya gelme hakkını kullanıyordu. Hiçbirinin yüzünde de maske ya da gizlenmeyi gerektiren bir nesne yoktu. Niye yoktu? Çünkü orada hukuk içinde bir hak kullanıyorlardı. Bir kez daha söylüyorum, bu şekilde maskeler takarak, yüzlerini tümüyle kapatarak şiddet amaçlı bir şekilde sokağa çıkanlar potansiyel suçlu muamelesini görürler ve bu konuda da hiçbir şikayete hakları yoktur.

Yine gösteriye silahlı katılanların cezaları artırılacak. Şimdi bakıyorsunuz, arıyorsunuz, gösteri için geldiğini iddia eden kişiden ateşli silah çıkıyor. Batıda, Avrupa’da tek bir çakı çıksa suç sayılır ve gösteri mahallinden uzaklaştırılır, gözaltına alınır ya da koruma altına alınır ve kesinlikle herhangi bir zarar verici bir maddenin gösteri ve toplantı yapılan meydana girilmesine izin verilmez, biz de izin vermeyeceğiz. Eğer böyle bir suç işlenirse ki fark ettik bunu, 6 aydan 3 yıla kadar olan ceza, tutukluluk sınırı da göz önünde bulundurularak, yani tutuklanmasını da teminen, çünkü artık bir potansiyel şiddet, yaygın şiddet niyeti vardır orada, bu ceza 2,5 yıldan 4 yıla kadar artırılacak. Kimse silahla gösteri yapacağım deme hakkına sahip değildir, demokrasilerde de böyle bir hak söz konusu değildir.

Dördüncüsü yine çerçevede, atılacak adımlar bağlamında; gözaltı süreleri, bu da çok tartışıldı. Şimdi öylesine şiddet eylemleri oluyor ki, mesela biraz önceki olayı lütfen zihninizde bütün halkımızın canlandırmasını istiyorum. Birisi molotof kokteyli atıyor. Molotof kokteyli de dediğimiz gibi bir suç olarak görülmediği için polis molotof kokteyli atan birini dahi aldığında karakola götürdüğünde gözaltına alamıyor, sadece kaydını yapıyor, savcıya sevk ediyor, o karakolun öbür kapısından da o kişi çıkabiliyor. Çünkü yargılaması devam edecek, gözaltı hakkı da yok polisin. O anda o savcılığa intikal eden bir suç olmuş olacak. 6-7 Ekim olaylarında yaşananlar ki ben ilginç bir benzetmeyi de burada şey yaptım, 6-7 Ekim olaylarıyla 1950’lerde yaşanan 6-7 Eylül olaylarına bakın, aynı zihniyeti göreceksiniz. İstanbul sokaklarını o gün o hale getirenlerle bugün Anadolu’da değişik vilayetlerimizi o hale getirenler aynı tekçi zihniyetin ürünleridir. Bu olaylara baktığınızda polis şiddet eylemini durdurmak istiyor, molotof kokteyli kullananları, suç işleyenleri gözaltına alıyor. Fakat bir müddet sonra onlar tekrar çıktığında yeni suç işleyenlere malzeme teşkil edecek, cesaret verecek bir tablo ortaya çıkıyor. Şimdi bu durumda biz polisimize 24 saat gözaltı yetkisi veriyoruz, savcılığa müracaat etmek şartıyla. Ve her bir polise vermiyoruz bu yetkiyi, Vali Yardımcısı veya üst bir amirin kararı ve denetimiyle. Neden? Şimdi diyecekler ki Türkiye geri mi gidiyor? Bizde şu andaki mevcut durum; sadece savcı tek kişi için 24 saat gözaltı yapabiliyor, toplu suçlarda 4 gün gözaltı yapabiliyor. İngiltere’de durum nedir bakınız; polis, herhangi bir üst düzey polis değil, polis 36 saat gözaltında tutabiliyor, Gözaltı süresi İngiltere’de 36 saat. Almanya’da 24 saat muhafaza amaçlı, 48 saat adli amaçlı gözaltı var. Yine polis tarafından, hiçbir savcı tarafından değil. Fransa, polis 24 saat gözaltında tutabiliyor, savcı 48 saat tutabiliyor. Avusturya, polis azami 48 saat gözaltında tutabiliyor bu tür olaylarda, hatta normal günlük akışta da. İtalya, polis 24 saat, savcı 96 saat gözaltı. İspanya, polis 3 gün gözaltında tutabiliyor savcıya sevk etmeden önce. Belçika, polis 48 saat gözaltında tutabiliyor. Danimarka, polis 24 saat gözaltında tutuyor, bu 4 güne kadar çıkabiliyor. Polonya, polis 48 saat gözaltında tutuyor. Bulgaristan, polis 24 saat, savcı 72 saat. Bu şekilde gidiyor. Şimdi bütün bu ülkelerde polisin gözaltı yapma yetkisi var. Bizde ise bu anlamda Emniyet birimlerimizin bir yetkisi yok. Ne suç işlemiş olursa olsun aldığında kayda tutuyor savcıya sevk ediyor. O arada herhangi bir şekilde yeni bir suç işlenmesini engelleyecek bir tedbir de yok.

Şimdi bizim getirdiğimiz teklif, en düşük, Avrupa’daki en düşük uygulamayı alıyoruz; polis 24 saat tutabilsin, savcı da bunu en fazla 48 saate uzatabilsin ve 4 gün içinde de hakim huzuruna çıkma zorunluluğu zaten var, bu gerçekleşsin. Şimdi Diyarbakır’da ya da Batman’dasınız, oradaki emniyetten, güvenlikten sorumlusunuz. Bir gösteriden bahsetmiyoruz 2 saat, 3 saat, 3 gün süren yaygın şiddet eyleminden ve her yerden yükselen ateşlerden bahsediyoruz. Bu durumda polis birini gözaltına alacak ve gözaltına alma hakkı yok, savcıya soracak önce, o sırada savcıya ulaşamazsa o suçlu, elinde molotof kokteyli olan birisi o eylemi yaptığı gibi başka bir eyleme de gidecek zamanı bulabilecek; buna izin veremeyiz, buna izin veremeyiz. Kanunlar nihai kertede bütün vatandaşların hukukunu korumak amacıyla çıkarılırlar, bu çerçevede Avrupa Birliği standartları da göz önüne alınarak bu gözaltı düzenlemeleri yeniden değerlendirilecek ve yeni bir düzene kavuşturulacak. Bu konuda da kimsenin acaba polise verilen yetkiler genişletiliyor, polisiye bir devlete mi dönüşüyoruz sorusunu sorma hakkı yoktur. Bunu söyleyenler, bugün sabah konuştuğum Yasin Börü’nün babası Fikri Beyin feryadına kulak versinler. Bana telefonda diyor ki; bu zalimler benim oğlumdan ne istediler Sayın Başbakanım, durdurun bu zalimleri diyor. Eğer yüreği yanan bir baba bu feryadı yükseltiyorsa, bizim ona cevap vermem ahlaki, siyasi, hukuki bir görevimizdir.

Yine verilen zarar suçluya rücu edilecek. Bu düzenleme zaten kanunumuzda var, ancak şimdi biz bütün bu zararları tazmin ediyoruz, binalarımızı yeniliyoruz, ta ki bu vandallar, bu eşkıyalar bu memleketin sahipsiz olmadığını görsünler. Ama suçlular tespit edildiğinde o tazminatlar, bizim verdiğimiz, yaptığımız tazminler de o suçlulara rücu edilecek, onlardan alınacak. Ve bu rücu için geçmişte olan zaman aşımı da uzatılacak. Bu rücu, zaman aşımına tabi olmayacak, uzatılacak. Bir sene sonra da olsa suçlu tespit edildiğinde kesinlikle bu suçların doğurduğu zararlar ondan tazmin edilecek.

Bir başka uygulama, bütün bu güvenlik ve özgürlük uyumunun bir başka veçhesiyle ilgili bonzai ile ilgili zaten Sağlık Bakanlığımızda yaptığımız toplantıdan sonra açıklamıştım, bonzai ve diğer uyuşturucu işi yapanlar terör muamelesi görecekler; her biri birer teröristtir, her biri birer teröristtir. Çünkü gelecek nesilleri yok eden bir eylem içindeler. Bunun için bonzainin net olarak eroin ve uyuşturucu sayılacağı kanuni düzenleme yapılacak teknik tabiri kullanılarak ve her türlü uyuşturucu faaliyetinin okul çevrelerine yaklaşması durumunda, bu çevrelere yakın işlenmesi durumunda zaten ağırlaştırılmış olan cezalar iki misline çıkartılacak. Okullarımız ahlakın, ilmin, bilginin, irfanın merkezleridir, oraya uyuşturucunun yaklaşmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz.

Sanal ortamda şiddete, teröre, nefrete çağrı dili anlamına gelecek uygulamalar, ifadeler veya yapılan bazı çalışmalar kesinlikle suç olarak telakki edilecek ve bunların durdurulması için gerekli tedbirler alınacak.

Tam bu ateşle şehirler yanarken, bütün valilerden brifing aldığımda, bir taraftan da atılan tweet’leri bana gönderdiler; silahlı ayaklanmaya başlıyoruz, herkes silahını alsın. Şu sokakta silahlı direniş başlamıştır, silahlarınızla oraya gidin. Şimdi bu tweet’leri atmak özgürlük müdür? Bu tweet’ler, eğer Amerika’da, Avrupa’da atılsa böylesi tweet’ler, siyahları beyazlara karşı kışkırtmak için, beyazları siyahlara karşı kışkırtmak için acaba o şirketler bu tweet’leri sürdürebilirler mi, engellemezler mi? Biz de engelleyeceğiz. Bunun da hiçbir şekilde nefret dilinin, şiddet dilinin özgürlükle alakası olamaz. O anlamda sanal ortamda alınacak tedbirleri de dün görüştük. Tabii ilgili şirketler bu temel kurallara riayet ettiklerinde temel amaç sadece o tweet’lere dönük veya o sanal ortamda kullanılan ifadelere dönük tedbirler olacak. Ama yaygın şiddet eylemine dönüşen bir durum söz konusu olursa, sanal ortamla da ilgili gerekli tedbirler alınacak.

Kolluğun üst ve araç arama yetkisi; bu da önemli ve hassas bir konu, üst ve araç arama yetkisi tamamıyla hukuki denetime açık bir şekilde ve tabii gerekli izin prosedürleri de işlenerek, yerleştirilerek yeni bir düzenlemeye kavuşturulacak. Bunu da bir vesileyle izah etmiştim, tekrar izah etmek isterim. Hiçbir vatandaşımızın üstü, aracı ya da evi rastgele ve keyfi şekilde aranamaz. Ancak herhangi bir şekilde gelen bir istihbarat çok güçlü bir suç işleme delili oluşturacak hale dönüşmüşse, bunun için de yine yargı süreçleri de paralelinde işletilmek suretiyle izin alındıktan sonra arama yapılacak araçta ve üst aramalarda. Mantığı şudur: Biz şimdi burada yüce Meclis’imizde toplanırken bir istihbarat gelse ve Meclis’in önünden bir aracın içinde uyuşturucu taşındığı bilgisi ulaşsa, biz de İçişleri Bakanımıza talimat versek bunu engelleyin diye, o anda eğer gerekli izin prosedürü tamamlanamazsa o araç gözümüzün önünden geçer ve biraz ötedeki okulda çocukların kanlarını, zihinlerini yok edecek, zehirleyecek şekilde bir suç aletine dönüşür, buna izin veremeyiz. Bu konuda da Avrupa Birliği içindeki uygulamaları da göz önünde bulunduran düzenlenmeler yapacağız.

Yine engelliler, hastalar ve yaşlılar; burada özel bir düzenleme yapıyoruz, engelliler, hastalar ve yaşlılarla ilgili olarak ifadeleri, bu vatandaşlarımızın ifadeleri evlerinde alınabilecek. Yani engelliler, yaşlılar ve hastalar ifade için karakola ya da mahkemeye çağrılmayacaklar, evlerinde ifadeleri alınabilecek.

Bütün bu düzenlemelerin sivil gözetimi ve denetimi için yine devrim mahiyetinde bir reform yapıyoruz, o da kolluğun görevlerini nasıl kullandığını denetlemek amacıyla Avrupa Birliği standartlarına uygun bir şekilde kolluk gözetim komisyonu kurulacak. Ola ki bu yetkiler verildi, emniyet görevlilerimizden herhangi birisi bu yetkileri kötüye kullanmışsa bunu denetlemek üzere de kolluk gözetim komisyonu kurulacak. Bu komisyonun içinde Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı, Barolar Birliği Başkanı ve temsilcileri ve üniversite temsilcileri olacak ve tamamıyla sivil bir yapı olacak. Yani yetki verildikten sonra bu yetkinin denetimi de demokratik standartlarda yapılacak. Buna da kimsenin itirazının olmaması gerekir.

Bir önemli karar daha aldık; bütün bu hususlardaki düzenlemeler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AB Uyum Komisyonundan da geçecek. AB Uyum Komisyonundan bunlar geçerek ondan sonra Genel Kurula sevk edilecek.

Altıncı alan; iş sağlığı ve güvenliği konusunda. Bu da önemli bir güvenlik alanıdır. İş kazalarının vatandaşlarımızın güvenliğini nasıl tehdit ettiğini hepimiz biliyoruz, bu reform paketinin altıncı ayağı iş sağlığı ve güvenliği konusunda yapılacak düzenlemedir, bu da en kısa zamanda bu tasarı Meclis’imize sunulacak.

Yedincisi; kişisel verilerin korunması kanunu. Mahremiyetin korunması ve kişisel verilerin işlenmesi, depolanması, değiştirilmesi konusunda tamamıyla vatandaşlarımızın hukukunu gözeten düzenleme yapacağız, bu da en kısa zamanda kanunlaşacak.

Sekizinci alan; patent haklarının korunması hususunda fikri mülkiyet hakları, sınai mülkiyet haklarını da göz önüne alan ve bunları teminat altına alacak bir kanuni düzenlemeyi yapıyoruz.

Dokuzuncu alan; elektronik ticaretin düzenlenmesi. Elektronik ticaretin düzenlenmesi suretiyle de tüketici haklarını teminat altına alan bir yasal çalışmayı tamamladık, bu da en kısa zamanda Meclisimizin gündemine gelecek.

Ve nihayet İstanbul tahkim mahkemelerini kuruyoruz. Uyuşmazlık ve karşılıklı hukukların korunması yönünde de tahkim sürecini güçlendirerek devam edeceğiz. Gördüğünüz gibi çok değişik alanları kapsayan ve sadece güvenlik tedbirlerine dayanmayan, özgürlüklerin korunması ve iş güvenlik reformu paketi olarak güvenlikle ilgili her alanı kapsayan bir çalışmayı tamamlamış bulunuyoruz. Bu çalışmalarla ilgili olarak nihai düzenlemeleri, tasarılar, teklifler ilgili bakanlıklarımız ve Bakanlar Kurulumuz tarafından tamamlanarak inşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde olan, zaten gündeminde olan yasalar ise hızlandırılarak bir an önce halkımızın güvenlik ve özgürlük uyumu içinde haklarının korunması garanti altına alınacak.

Son olarak bunu da buradan ifade etmek istiyorum; bir başka çalışmayı da, aslında başlatılan bir çalışmadır, yine Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde Alevi vatandaşlarımızın sorunlarıyla ilgili birçok çalıştaylar yapıldı, birçok önemli istişareler gerçekleştirildi. Bakanlar Kurulunda arkadaşlarımızla yaptığımız değerlendirmeden sonra en kısa zamanda inşallah bu çalıştayların raporlarını bizzat o çalıştaylara katılan bakanlarımız tarafından isteyeceğim, onlarla bu konuda bir çalışma gerçekleştireceğiz. Ve Alevi vatandaşlarımızın sorunlarıyla ilgili de önümüzdeki dönemde çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız.

Kurban Bayramından çıktık, Muharrem ayına doğru gidiyoruz. Allah Kurban Bayramında yaşadığımız türden olayları bir daha bu millete yaşatmasın 6-7 Ekim olayları gibi. Ama herkes bilsin ki Kurban Bayramında yaşadığımız olayların tekrar yaşatılmasına cüret edenler olursa, devlet ve millet hep beraber birlikte bu cüret edenlere haddini bildirme gücüne de sahiptir.

Yine yaklaşan Muharrem ayı vesilesiyle de bir daha dünyanın hiçbir yerinde Kerbela benzeri zulümlerin yaşanmaması, Hazreti Hüseyin’in vicdanının, ahlakının, irfanının bütün dünyaya egemen olması için gece-gündüz çalışmaya, mazlumlara sahip çıkmaya devam edeceğimizi huzurlarınızda bir kez daha ilan ediyorum.

Allah yar ve yardımcımız olsun. Teşekkür ediyorum.

 

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.