loader image

– 14.10.2014 Tarihli Grup Konuşması

Görev teslimi yaptık ve 1 Eylül’de sizin huzurunuza çıktık. Şimdi o günden bugüne herhangi bir vakit kaybetmeden, hiç ara vermeden çok tempolu bir çalışma içine girdik. 6 Eylül’de güvenoyu aldık, daha sora süratle Bakanlar Kurulu içinde yaptığımız görev devir-teslimlerinden sonra çalışmalara başladık. Bu zaman zarfında Bakanlar Kurulumuzu özel gündemlerle topladık ve bütün bakanlıklarımızı tek tek dolaşarak brifing almaya başladım, gündemimizde olan önemli konularla ilgili eylem planları hazırladık. İlk olarak iş kazaları gündemde olduğu için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı7nı ziyaret ettik ve iş kazaların önleme konusunda bir eylem planı hazırladık, önümüzdeki haftalarda da inşallah bir törenle kamuoyumuzla paylaşacak.

Yine Avrupa Birliği eylem planı ile ilgi özel bir Bakanlar Kurulu Toplantısı yaptık ve dün Avrupa Birliği Bakanımız o Bakanlar Kurulu Toplantısında alınan karar muhaveresinde eylem planının ilk aşamasını sundu.

Daha sonra, Sağlık Bakanlığımızla birlikte uyuşturucuyla mücadele konusun ele aldık ve uyuşturucuyla mücadele çerçevesinde de yine bir eylem planı hazırladık, Kasım ayında da bir uyuşturucuyla mücadele şûrası toplamaya kararlıyız.

Milli Eğitim Bakanlığımızın sunumu ve ziyaretimizle birlikte de iki önemli karara imza attık.

Birisi; meslek liselerinin yeniden yapılandırılması ve daha sanayiyle, piyasayla işbirliği halinde bu yapılandırmanın sürdürülmesi.

İkincisi; eminim bulunduğunuz illerde, ilçelerde büyük bir coşkuyla kabul gören başörtüye ortaöğretimde de özgürlüğün kapısını açtık.

Böylece, başı açık, başı örtülü bütün vatandaşlarımız toplumun her kesiminde yan yana eşit vatandaşlar olarak bulunma özgürlüğünü kazanmış oldular. Bizim için dini inançlar, siyasi görüşler vatandaşlık hukuku bakımından herhangi bir ayrımcılık da getirmez, herhangi imtiyaz da getirmez. Bundan sonra her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı başı açık, başı örtülü toplumun her kesiminde ve kamunun her yerinde eşit vatandaşlar olarak omuz omuza bulunabilecekler.

Maliye Bakanlığımızı ziyaretimizde kayıt dışıyla mücadele eylem planını hazırladık ve bu çerçevede de önümüzdeki günlerde adım atmaya devam edeceğiz.

Ayrıca, devletin şans oyunlarından tümüyle çekilmesi konusunda da prensip kararı aldık ve arkadaşları talimatlandırdık.

Yine bu çerçevede gerek YÖK Başkanımızla, gerek Milli Eğitim Bakanımızla yaptığımız temaslarla uzun zamandır genç akademisyenlerin beklediği bir kararı da hayata geçirdik ve akademisyenlerle, araştırma görevlileriyle muadilleri olan kamuda çalışan memurlar arasındaki özlük hakları farklarını giderdik, dün de Bakanlar Kurulunda imzaya açarak akademisyenliği teşvik eden çok önemli adımlar ve kararlar aldık. Ve bundan sonra akademisyenlik, ki gelecek nesillerin yetişmesi bakımından önemli bir teminattır, çok daha cazip hale getirilecek ve yüzde 20’ye aşkın bir ücret zammı, ayrıca yüzde 20 akademik teşvik primiyle akademisyenlerimizi ödüllendirdik, ödüllendirmeye devam edeceğiz.

Şimdi gördüğünüz gibi, daha yasama dönemi başlamadan 1 ay içinde eylem planı bekleyen birçok konularda çok ciddi adımları attık.

Ayrıca, göreve geldikten sonra benim için sembolik değeri çok yüksek olan Konya, İstanbul, Söğüt, Kırşehir, Samsun ve Malatya ziyaretler gerçekleştirdim. Ve buradaki bizim irfanımızın, bu topraklardaki kültürümüzün manevi bekçileri olan Ebu Eyyub El-Ensari’den, Hazreti Mevlana’dan, Ertuğrul Gazi’den, Ahi Evran’dan, Niyazi Mısri’den ve bu topraklarda bizim kültürümüzün tohumlarını atan bütün yüce önderlerden bir anlamda göreve başlarken destur aldım, izin aldım, göreve onların manevi huzuruyla başladım.

Bizler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nevzuhur bir devlet olmadığının farkındayız ve bunun bilinciyle yaşarız. Selçuklu’nun merkezi Konya’da, İstanbul’un bir Dersaadet olarak küresel Cihan Devletinin başkenti İstanbul’da ve o Cihan Devletinin tohumunun atıldığı Ertuğrul Gazi’nin huzurunda, Kırşehir’de ahlakımızın tohumunun atıldığı Ahi Evran’ın huzurunda, Samsun’da meşale şehir dediğim şekilde milli birliğimizin ve istiklalimizin meşalesinin yandığı Samsun’da ve bu topraklarda imanın yeşerdiği ilk şehirlerden olan ve Ashab döneminde bu kültürle tanışan Malatya’da bu tarihi sürekliliğin izlerini hissetim ve omuzumuzdaki tarih sorumluluğu bir kez daha derinlemesine duyarak bu görevi ifa etmenin onurunu taşıdım. Ve bu çerçevede de bundan sonra da ziyaretlerimizde bütün Anadolu’nun sathında, her yerde bu bilinçle davranmaya devam edeceğiz.

Ve dün 13 Ekim Ankara’mızın Başkent ilan edilişinin 91’inci yıldönümüydü, Ankara’mıza, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu aziz Başkentine de bir kez daha hayırlı olsun diyorum ve ebediyen istiklalimizin Başkenti olacağına da inancımızı bir kez daha teyit ediyorum.

Bir taraftan bu ziyaretlerle halkımızla buluşurken, diğer taraftan iki kardeş ve dost ülkeye ziyarette bulundum, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Azerbaycan. Şimdi de Azerbaycan’la Türkiye’nin ortak stratejik perspektifini yansıtan 21. yüzyılın, asrın projesi TANAP’ın bir imza töreninden geliyorum buraya. Türkiye’yle Azerbaycan tarihi bir millet, iki devlet anlayışı içinde hem ikili gelişlerini geliştirecek, hem de Balkanlarla Kafkaslar arasında Anadolu coğrafyasını enerji üzerinden bir barış coğrafyası yapacaktır. Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’ne de aziz milletimizin selamlarını ilettim, ebedi kardeşliğimizin teyidini yaptım.

Gördüğünüz gibi, hem çözüm bekleyen sorunlara bir anlamda çerçeve planlar hazırlamaya çalıştık, hem yurt içinde ve yurt dışında temaslarımızı yönettik. Ama herhalde 44 günün hepimizi bayram kılan en önemli gelişmesi, 20 Eylül’de 101 günlük esaretten sonra rehinelerimizin kurtarılması oldu.

O 101 günkü değerli arkadaşlar, her bir saati, her bir saniyesi sadece o rehineler için değil, sadece onların aileleri için değil, bizim için de bir imtihan, bir sabır, bir metanet sınavı oldu. Her saniye onları düşündük, onların ülkemize, vatanımıza geri döneceği günün, anın planlamasını yaptık ve o gün geldiğinde onlarla Şanlıurfa’da kucaklaşıp Ankara’ya indiğimizde Allah’a hamd ettik ve bu büyük milletin büyüklüğünün bir kez daha gördük, 77 milyon o gün bir kez daha bayram yaptı. Nasıl 101 gün birlikte üzülmüşsek, o gün de bir bayram havasıyla buluştuk. Ve bütün uluslararası toplum da Suriye’de rehinelerle ilgili birçok olumsuz görüntülerin yaşandığı bir dönemde 46 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, 3 de Irak vatandaşı 49 rehinenin kurtarılması, burnu kanamadan hiçbirinin vatanımıza geri dönmüş olması büyük bir başarı hikayesi olarak tarihe geçmiş oldu.

Ben bir kez daha, başta MİT Müsteşarlığımız, Genelkurmay Başkanlığımız, emniyet birimlerimiz olmak üzere bu bayramı bize yaşatanlara teşekkürü bir borç biliyorum.

Ve aziz milletimize, sorumlu yayıncılık anlayışını sürdüren medyada da teşekkür ediyorum.

Allah bir daha böyle acıları hiçbir ailemize, ülkemize yaşatmasın. Ama bu sınav da gösterdi ki, eğer böyle bir acı yaşanması söz konusu olursa 77 milyon tek bir beden, tek bir ruh olarak bu acıları paylaşmaya hazırdır.

Şimdi biz tam da böyle bir bayramı yaşarken ve birtakım kriz beklentileri ortadan kalkmış, Türkiye’de yeni Hükümet yeni Türkiye programını açıklamış, halkın seçtiği Cumhurbaşkanı göreve başlamış ve toplumda genel bir sükunet ve son derece olumlu bir atmosfer oluşmuşken, ikinci Bayramımızda, Kurban Bayramımızın üçüncü günden başlamak üzere birtakım provokatörler milletin sevincini kursaklarında bırakacak şeklide tam bir vandalizm, eşkıyalık ve terör faaliyetine giriştiler.

Şimdi bunu ilk defa görmüyoruz değerli arkadaşlar. Bakın, geçen sene Mayıs ayı Türkiye’de, üçüncü köprü, üçüncü hava alanı İstanbul’da, büyük projelere imza adılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilk defa devlet anlamında IMF’ye borcunu sıfırlamış ve dış borç defterini kapatmış, büyük bir bayramı yaşarken, birileri Gezi provokasyonunu başlatmıştı.

Daha sonra, 30 Eylül’de en kapsamlı demokratikleşme paketlerinden biri açıklanıp yine başörtülü milletvekillerimiz özgür bir şekilde Parlamentoya girmenin hazzını ve onurunu yaşarken ve 16 Aralık’ta Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği’yle Ankara’da vize muafiyet anlaşmasını imzalamışken, milletimiz tam da bir bayram yaşarken 17 Aralık’ta bir başka tuzak kurdular. Birileri bu millete bayramları zehir etmeye çalışıyor. Ahdimiz ve andımız olsun ki, bu millete bayramları yaşatmaya devam edeceğiz kim ne yaparsa yapsın.

Şimdi de bir şölen havası içinde Cumhurbaşkanlığı görev devri teslimi yapılmış, Hükümet kurulmuş ve şevkle göreve başlamışken, rehinlerimizin kurtarılmasıyla bütün bir millet bayram havasını yaşarken, bu kez de yine taşeronlar, provokatörler devreye girdiler ve bu bayramı bize zehir etmeye çalıştılar. Biz bu sınavları çok gördük, bu sınavlar karşında direnmeyi de biliriz, o provokatörlere gereken hesabı sormayı da biliriz.  

Bu kez bahane Kobani bahanesiydi.

Bakın şunu da değerli milletvekillerimizin ve teşkilatlarımızın bilmesini isterim: Bu Kobani’yle ilgili çok daha detaylı tahlile gireceğim, kanaatlerimizi paylaşacağım, ama bu aslında 30 Mart seçimiyle, Cumhurbaşkanlığı 10 Ağustos seçimiyle darbe yemiş vesayetlerini perde gerisinde oldukları 2015 seçimini ipotek altına alma çabasıdır. 2015 seçimlerine bu ülkeyi huzur içinde götürmeye kararlıyız.

Şimdi bu bahaneyle yapılan şiddet, terör ve vandalizm sonucunda 2 polisimiz şehit oldu, 33 vatandaşımız hayatını kaybetti. 531 sivil araç, 631 resmi araç, önemli bir kısmı ambulans tahrip edildi, yakıldı. 214’ü okul olmak üzere 1122 bina yakıldı, bunların arasında kütüphaneler, Kur'an kursları, müzeler, parti binaları, iş yerleri var. Şimdi baktığınızda, bunun çıkıp televizyonlarda konuşanlar biz şiddete dönüşsün istememiştik, sadece gösteri yapın demiştik diyenler var. Biz bunu görmüyor musunuz, nasıl bir planlama yapıldığını hissetmiyoruz muyuz zannediyorlar?

Bakın, 3 şey hedef alındı burada bütün bu şiddet ve vandalizmle.

Bir; kamu binaları ve kamu otoritesi. Yani bu haddini bilmezler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne dönüp, gerektiğinde biz kamuya devletin kamu düzeni tesis edemediğini gösteririz demeye çalıştılar.

İki; iş yerlerine ve kendilerine yakın olmadığı düşünülen iş yerlerine. Neden iş yerlerine biliyor musunuz? Çünkü çözüm süreciyle bütün Doğu’ya ve Güneydoğu Anadolu’ya büyük bir yatırım dalgası başlamıştı, çarşılar, pazarlar hareketlenmişti, oradaki vatandaşlarımız hem barışın, hem ekonomik kalkınmanın huzurunu ve semeresini görmeye başlamışlardı, gelecek perspektifleri olmaya başlamıştı, istihdam artmaya başlamıştı, teşvik paketi içinde 6’ncı bölgeye aldığımız bu illerimize milyarlarca dolar yatırımlar gitmeye başlamıştı. Rahatsız oldular, çünkü biliyorlar ki, eğer bu bölgelerimiz ekonomik olarak kalkınırlarsa onların terör çığlıklarına, çağrılarına cevap vermeyecektir.

Bakınız üçüncü hedef ise, burada onurla aramızda bulunan il, ilçe belediye başkanlarımıza, burada bulunmayan, ama gelecek hafta kendileriyle görüşeceğim bütün teşkilatlarımıza yönelik olarak sürdürülen saldırılardır, yani AK Parti hedef alındı. Bununla da şu mesajı vermek istediler: Bu coğrafyada bir tek biz oluruz, başkasına izin vermeyiz. Birileri çekinebilirler, CHP oraya ancak izinle gidebilir, hani bayrak taşımadan Hakkari mitingi yapmak gibi, MHP çekinebilir. Ama bilsinler ki, AK Parti’nin hiçbir ferdi hiçbir şantajdan, hiçbir tehditten korkmaz.

Şimdi bu 3 mesaja biz de buradan 3 mesajla cevap veriyoruz.

Birincisi; kamu düzenine dönük olarak biz istediğimiz zaman kamu düzenini bozarabiliriz diyenlere mesajımız şudur: Çözüm süreci kamu düzeninin alternatifi değildir, kamu düzeni her ne surette olursa olsun kesinlikle teminat altına alınacaktır. Hiç kimse hukuk devletinde hesap sorulamaz değildir ve hiçbir süreç işlenilen suçu örtmeye bahane teşkil etmez. Tek tek bu vandalizmi yapanların her birini hukukun önüne çıkartacağız, tespitler yapılıyor. Dün Bakanlar Kurulunda bütün bu gelişmelerin derin analizini yaptık, geçen hafta da, ki bugünleri de görerek kurduğumuz ulusal güvenlik mekanizmasında, Başbakanlıkta her hafta toplanan bu mekanizmada, Genelkurmay Başkanımızın, ilgili bakanlarımızın, Genelkurmayımızın ve emniyetimizin ilgili birimlerinin katıldığı geniş kapsamlı bir değerlendirme yaptık. Güvenlikle ilgili ne tedbir alınması gerekiyorsa alınacak, ihtiyaçlar giderilecek, yakılan her TOMA’nın yerine gerekirse 5 TOMA, 10 TOMA alınacak, hiçbir yerde kamu binaları eğer yakılmışa onların daha iyeleri yapılacak; yangın yerinde gül yetiştireceğiz biz, gül. Bütün kamu binaları, bütün iş yerleri tekrar ihya edilecek.

Dün Bakanlar Kurulumuzda ayrıca alınması gereken tedbirleri gözden geçirdik. Şimdi de daha önce güvenlik eksikliğinden şikayet edenler bu tedbirler gündeme geldiğinde eminim, polis devletine mi dönüyoruz, otoriterleşiyor muyuz diye içeriden, dışarıdan saldırmaya başlayacaklar. Bu ülkede demokrasinin de, kamu düzenin de, özgürlüğün de, güvenliğin de teminatı AK Parti iktidarıdır. Özgürlüğümüzden fedakarlık etmeden güvenliğimizi güçlendireceğiz, tesis edeceğiz, güvenliğimizden fedakarlık etmeden özgürlüğümüzü koruyacağız.

Dün İçişleri Bakanımız çok kapsamlı bir sunuş yaptı, Avrupa ülkeleri örnek alınarak, ki birileri bunu istismar etmeye kalkmasın, yarın bazı Avrupa merkezlerinde Türkiye otoriterleşiyor diye birtakım yayınlar yapılmasın diye, Avrupa ülkeleri, başta Almanya ve İngiltere olmak üzere oradaki uygulamalardan da faydalanarak, onları da göz önünde bulundurarak birçok konularda güvenliği teminat altına alıcı adımlar atacağız. Türkiye’de bir polis bir yere müdahale ettiğinde bunu aşırı güç kullanımı olarak görenlerin, Frankfurt’ta ya da Londra’da ya da New York’ta benzer tavırlar aldığında bunu normal güvenlik tedbiri olarak görmeleri çiftçe standarttır, kabul edilemez. Kesinlikle emniyet güçlerimizin ve bu anlamda da yargı sistemimizin olaylara seri ve çabuk bir şekilde müdahale etmesini garanti altına alacağız.

İş yerlerimize gelince; dün Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde bölgeden, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen çok değerli sendika temsilcilerimizle, sivil toplum kuruluşu temsilcilerimizle, oda temsilcilerimizle bir araya geldik, onlara da ifade ettim, bu vandalizm esnasında zarar görmüş iş yerlerimizin zararları tazmin edilecek. Dediğim gibi, yangın yerinde gül yetiştireceğiz, ta ki bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi tarihte olduğu gibi gelecekte de tam bir barış diyarı olsun.

Ama yeni düzenlemeler de getirmeyi düşünüyoruz, bundan sonra kim böyle bir vandalizmle bir mala zarar verirse, o zarar, bizim de yaptığımız tazminler o kişiye, o zarar verene geri dönecek ve o ödeyecek. Bununla ilgili hukuki düzenleme yapma talimatı verdim.

Bizim her bir vilayetimiz için, dün de zikrettim…

Burada görüldü ki 3 tavır var.

Bir; yakanlar, yıkanlar, bunlar belli, bu çağrıyı yapan HDP ve onun arkasından gelenler.

İki; bu yakanlar, yıkanları teşvik eden, provoke eden CHP.

Bir de, inşa edene, vizyon kuran, gelecek belirleyen AK Parti.

Bizim her vilayetimiz için rüyalarımız var. Benim gözümün önünde şu anda Mardin canlanıyor, o güzelim Mardin, Selçuklu’nun, Artuklu’nun Mardin’i, kadim Mardin, Mezopotamya’ya doğru bir ilahi göz gibi bakan Mardin. Biz isteriz ki öyle bir barış oluşsun ki, öyle bir barış rüzgarı essin ki, Mardin Granada gibi, Toledo gibi, Venedik gibi dünyada herkesin görmek için yarıştığı bir şehir haline gelsin, gelin emin onsun, giden emin olsun.

Biz isteriz ki, Şırnak Irak’a değil sadece, Körfez’e açılan ihracat kapımız olsun. Öyle bir ihracat kapısı ki, Mersin gibi, İzmir gibi, Kocaeli gibi refahı tatsın. Biz isteriz ki, Hakkari dağlarında toylar, şölenler, şenlikler olsun, dağ turizmi olsun. Biz isteriz ki, hani Vanlılar deniz derler Van Gölü’ne, aynen İzmir gibi Van’da da o güzelliklerin yaşandığı büyük bir barış diyarı olsun. Bitlis’te, Ahlat’ta her bir kültür turizmi canlansın. Ağrı, Ağrı Dağı değil sadece, bütün o Dağ ile birlikte Ağrı’nın güzellikleri keşfedilsin. Iğdır 4 devlete komşu olmanın, Türkiye’nin dışında 3 devlete komşu olmanın diplomasisini, zenginliğini tatsın. Muş Ovası Türkiye’nin en büyük ovalarından biri olarak organik tarımın merkezi olsun. Kars, Ardahan hayvancılığın merkezi olsun. Bakü-Tiflis-Kars ile ortaya konan ulaşım hakkı Kars’ı doğudan batıya, kuzeyden güneye geçen herkesin selam verdiği bir diyar yapsın. Elazığ Keban’ın ve bütün o güzelliklerin arasında hem tarihi Harput ile kültür merkezi olsun, hem su ürünleri anlamında da önemli üretim alanlarından biri olsun. Batman, Şırnak bir enerji merkezi olsun. Siirt kültürümüzün nadide bir merkezi olarak ilim dünyamıza yine ışık saçsın. Bingöl, şehitlerimizin olduğu Bingöl güzelliklerini dünyaya tanıtsın. Tunceli bütün o bakir dağlarıyla barış turizmine açılsın. Erzurum Anadolu’muzun kalesi olarak bütün ilçeleriyle ayağa kalksın. Bizim her ilimiz ve ilçemiz için bir rüyamız var, bir hayalimiz var.

Her zaman söylüyorum, bizi gelecek vizyonumuz açısıyla hayalperestlikle suçlayanlara söylediğimi bir kez daha söylüyorum; bizim bu ülkeyle ilgili, bu ülkenin her bir vilayetiyle ilgili, her bir ilçesi, her bir köyüyle ilgili hayalimiz var, rüyamız var. Hayali olmayanlar utansın, rüya göremeyenler utansın.

İsteriz ki, Gaziantep’teki ekonomik başarı, Hatay’daki bütün Ortadoğu’yu barındıran o barış ortamı, Şanlıurfa’nın o peygamberler şehri olarak bir inanç turizmi merkezi, Adıyaman’ımız Nemrut’larıyla, Malatya’mız, ki ziyaretimde vurguladım, önemli bir merkez şehir olarak bütün bu gelişmelerde kendini göstersin.

İşte iş yelerini bombalayanlar, oraya yapılan yatırımları engelleyenler, iş makineleri yakanlar, barajları engellemeye çalışanlar, aslında dışarıdaki birileri adına bu vizyonu engellenmeye çalışıyorlar, Mezopotamya’nın, Doğu Anadolu’nun tekrar ayağa kalkmasını engellemeye çalışıyorlar.

Aziz kardeşlerim, bölgeledik kardeşlerime söylüyorum, siz sesinizi yükseltisin ve deyin ki, tarihte nasıl buralar medeniyet merkezi olmuşsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde de tekrar Kafkasları Ortadoğu’ya, Karadeniz’i Akdeniz’e ve Basra Körfezi’ne bağlayan büyük medeniyet merkezleri olacak. Tekrar Diyarbakır bir mürşit şehir olarak öne çıkacak, bütün şehirlerimiz tekrar ihya olacaktır; işte bizim perspektifimiz bu. Onlar yaktılar, yıktılar, biz inşa edeceğiz, ihya edeceğiz; bütün kardeşlerimize mesajımız budur.

Üçüncü mesajlarına cevabımız şudur: Bakınız, işte aynı mantık. Kobani’de, Haseke’de de bunu yaptılar, Afrin’de de bunu yaptılar, kendilerine muhalif hiçbir Kürt parti bırakmadılar. Şimdi şikayet ediyorlar ya, önce kendileri Kobani’de kendileri gibi düşünmeyen aşiretleri baskı altına aldılar, partileri baskı altına altılar. İlk bize bu bölgeden gelen, Haseke’den gelen Kürt mülteci kardeşlerimiz PYD baskısından kaçarak geldi geçen sene. Şimdi orada yaptıklarını Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yapmaya çalışıyorlar, AK Parti binalarını yıkarak yapmaya çalışıyorlar, bölgedeki başka partilere saldırarak yapmaya çalışıyorlar.

Demeye çalıştıkları şu: Buralar bize ait ve burada ancak siyaseti biz yaparız. Yok öyle şey, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının her bir santimetrekaresinde hem al bayrak olacak, hem AK Parti bayrağı olacak.

Geçen sene Genel Kuruldaki bir görüşme esnasında, o zaman BDP’ydi adları, bir parti sözcüsü dönüp şunu sordu bana: İstanbul’un kaderiyle Kudüs’ün kaderi, Konya’nın kaderiyle Şam’ın kaderi bir diyorsunuz. Niye İstanbul’un kaderiyle Diyarbakır’ın bir değil demiyorsunuz diye sordu. Ona döndüm şunu söyledim: Bunu söylemeyi zül addederiz, zillet addederiz, çünkü Diyarbakır biziz, biz Diyarbakır’ız. Bizi Diyarbakır’dan, Diyarbakır’ı bizden ayırmak mümkün mü, kimin buna gücü yeter? Oralara da aynen Konya gibi aşkla bağlıyoruz, hizmeti aşkla yaparız, müdafaa etmek gerekirse aşkla müdafaa ederiz.

Bayrak dalgalandıracağız derken bunu da bilinçli olarak söyledim. Ana Muhalefet Partisi Hakkari’ye girerken bayraksız bir şekilde izin alarak gitti. Biz kimseden izin almayız ve bayrağı onurla her yerde taşırız. Şimdi onların anladığı dilden de söylüyorum, ki o al bayrak sadece Türkiye’de bizlerin bayrağı değil, hepimizin bayrağı olma dışında, Çanakkale’de şehit düşmüş olan ve şu anda sınırlarımız dışında kalmış olan Boşnakların, Arnavutların, Arapların, Kürtlerin de bayrağıdır, hepsinin bayrağıdır. Yemen Savaşı’na giden Kobanili, Hasekeli, Afrinli Kürtler, o Kürt aşiretler o bayrak altında Yemen Savaş’ına gittiler. Ve yine o bayrak sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bizim tarihi mirasımızın bayrağı değildir, o bayrak ezilmiş halklar için emperyalistlere karşı istiklal mücadelesi veren halkların sembolü olan al bayraktır.

Hiç unutmayacağım bir hatıradır; Afrika’da büyükelçilikleri açtığımızda Komor Dışişleri Bakanı geldi, biz çok küçük bir ülkeyiz, belki büyükelçilik açmaya ihtiyaç duymuyorsunuz ama, şu anda bizde bir tek eski sömürgeci devletin büyükelçiliği var. Benim dedem İstanbul’da okumuştu dedi, ta Hint Okyanusu’nun ortasında birisi. Ne olur küçük bir yer açın, bir temsilcilik ve al bayrağı dalgalandırın, o al bayrak Komor’da dalgalanmadıkça bağımsızlığın tam idrakine varamayacağız dedi. Nasıl Komor’da bu böyleyse, bugün 20’ye yakın ülkenin eğer bayrağında ay yıldız varsa, hilal varsa ilhamı bizdendir, ilhamı bizim tarihimizdendir. Bugün Singapur Başbakanı ziyaret edeceğim, Singapur Bayrağında da var, Cezayir Bayrağında da var, Libya Bayrağında da var, bugün törenine katıldığım Azerbaycan Bayrağında da. Bu al bayrak, emperyalizme karşı, sömürgeciliğe karşı mücadelenin sembolüdür. Bizim için o hilal tevhidin hilalidir, istiklalin hilalidir, izzetin hilalidir ve bu topraklarda ebediyete kadar dalgalanacaktır.

Birileri oralara giderek bunu dalgalandırma cesareti göstermeyebilir, ama bilsinler ki, yiğit AK Parti Teşkilatı ve neferleri bulundukları yerlerde hem o bölgeyi, o şehri, o ilçeyi temsil edecekler, hem de bu onurlu vazifeyi yürütecekler.

Ben buradan bütün bu vandalizm karşısında, bütün bu terör karşısında vakarla, metanetle mücadele eden, dimdik ayakta duran AK Parti teşkilatlarının her bir ferdinin alnından öpüyorum, onlar baskıya boyun eğmeyeceklerini gösterdiler. Onlar bu mücadeleyi sonuna kadar yürüteceklerini gösterdiler. Tehdit edildiler, şantaja maruz kaldılar, iş yerleri yakıldı, evleri saldırıya uğradı. Bilsinler ki her an onların yanında olacağız ve AK Parti tek bir ruh, tek bir beden olarak bu ülkenin birliğini-dirliğini korumaya devam edecek.

Şimdi gelin bu ihanetin bir de arka planına bakalım, neler oldu, nasıl yaşandı bunlar? Biz her zaman söyledik, 3,5 yıldır Kobani olayları, Suriye’deki zulüm dün başladı, Kobani ile de başlamadı, 3,5 yıldır Suriye’de büyük bir zulüm var. 3,5 yıl içinde Suriye’de 300 bine yakın kardeşimiz Arap, Kürt, Türkmen, Sünni, Alevi, Nusayri, bütün kökenlerden kardeşlerimiz şehit edildiler, öldürüldüler. 4,5-5 milyona yaklaşan mülteci yurt dışına kaçtı, 2 milyona yakını bize geldi. Biz şunu bir ilke olarak benimsedik: Nasıl evimizde hani Anadolu’nun her bir köşesinde, doğusunda-batısında, kuzeyinde-güneyinde ortak kullandığımız kavramlardan biri Tanrı misafiridir. Kapımızı biri çaldı mı biz senin kimliğin nedir demeyiz, sen nereden geliyorsun demeyiz. Açarız kapımızı, gönlümüzü, aynı Ahi Evran’ın dediği gibi, “Kapını, elini daima açık tut.” Açarız kapımızı, gönlümüzü ve her şeyimizi paylaşırız. Tarih ileride bunu yazacak, tarih bu aziz milletin Suriye’den gelen kardeşlerine nasıl bir ensar rolü olduğunu yazacaklar. Şimdi 3,5 yıldır bu zulme sessiz kalanlar bir anda Suriye’de zulüm olduğunu fark ettiler. Kobani üzerinden fark ettiler. Daha önce bizim Suriyeli kardeşlerimize gönlümüzü, kapımızı açmamızı eleştirenler, şimdi Türkiye müdahale etsin demeye başladılar. Daha önce oradaki kardeşlerimize yaptığımız yardımları dünyaya ihbar edenler ki buna geleceğim ve Türkiye teröre yardım ediyor diye iftirada bulunanlar, şimdi bir anda Türkiye oraya silah yardımı yapsın demeye başladılar. Biz Suriye’ye her türlü insani yardımı yaptık ve bu mücadeleyi hiç kimseden ne izin alarak, ne de kimseden çekinerek sürdürmedik. Gereken her şeyi yaptık. Ama şimdi sorma vaktidir; Kobani, Telabyad, Bayırbucak, Çobanbey, İdlip, Halep, Rakka, Haseke, Afrin, Lazkiye, Dara, bütün bu şehirler bize tarihten emanettir. Şam, Şam-ı Şeriftir. Ve biz oradaki kardeşlerimizin hepsine aynı nazarla bakarız. Etnisitesine, mezhebine bakmayız. Peki ey HDP ya da Kılıçdaroğlu; Bayırbucak’ta Türkmenler katledilirken, Çobanbey’de Türkmenler IŞİD tarafından katledilirken, Telabyad’da Araplar IŞİD tarafından katledilirken, hadi rejim sizin zaten dostunuz, onun katliamlarını görmüyorsunuz ama, IŞİD tarafından Çobanbey’de Türkmenler, Telabyad’da Araplar katledilirken neredeydiniz, hangi açıklamayı yaptınız, hangi desteği verdiniz? Halep’te, Halep’in kırsalında Kürtler katledilirken IŞİD tarafından, rejim tarafından ya da PYD tarafından IŞİD’le işbirliği halinde bazı Kürtler baskı altında tutulurken neredeydiniz? Mesele Kobani değil, mesele Kobani üzerinden Türkiye’ye bir baskı aracı oluşturma çabası. Kaldı ki Kobani konusunda da en öncelikli adımları biz attık. Yüzlerce tırı Kobani Haseke’ye biz gönderdik. Her türlü insani yardımı yaptık. Kobani’den gelen kardeşlerimize hiçbir şey sormadan 200 binini ülkemize kabul ettik. Ey provokatörler, tahrikçiler; onlar size gelmedi. Onlar, biraz önce istiklalin, emperyalizme karşı mücadelenin ve izzetin timsali olarak zikrettiğim al bayrağın gölgesine sığınmaya geldiler.

Bugün Türkiye’yi eleştiren bazı Avrupa ülkeleri 3,5 yıl içinde toplamda bizim 3 gün içinde aldığımız mülteci kadar mülteci almadılar. Bizi eleştirmeye yüzleri de yok, hakları da yok, hadleri de yok. Bize ders vermeye kimsenin bu anlamda haddi yoktur. Türkiye gereken her türlü desteği Kobani’ye de, Suriye’nin her kesimine de vermiştir. Ama herkes de bilmelidir ki; Türkiye, uluslararası toplum gereğini yapmadan, entegre bir stratejiyle Suriye krizi tümüyle çözülmeye dönük bir adım atılmadan tek başına birileri istedi diye herhangi bir maceraya girmez.

Bakınız Kobani ve çözüm süreci arasında irtibat kuranlara buradan sesleniyorum; biz her adımı bilerek, hesaplayarak atarız. 30 Eylül’de Bakanlar Kurulumuzda tezkereyi görüştük, Genelkurmay Başkanlığımız detaylı bir brifing verdi. Aynı gün çözüm süreci mekanizmasını ilan ettik Bakanlar Kurulu kararıyla. Haziran ayında çıkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sizlerin desteğiyle çıkan yasayı Bakanlar Kurulu kararına dönüştürdük ve kamuya açık bir şekilde nasıl işleyeceği belli olan, hangi adımların atılacağı belli olan bir çözüm süreci mekanizmasını kurduk. 1 Ekim’de Selahattin Demirtaş randevu istediğinde verdim. Kendisine de söyledim, çözüm süreci Kobani olmadan önce başlamış bir süreçti ve herhangi bir dış olayla bağlantılı değildir. Bunu dediğimizde Kobani önemsiz demiş olmuyoruz. Bunu dediğimizde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içindeki herhangi bir süreç dışarıdaki bir gelişmeye bağlı değil demiş oluyoruz. Bunu irtibatlandırmayın.

Çözüm süreci, Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasında da ve bütün faaliyetlerinde de en temel mesele olarak ilan ettiği, benim de daha görevi alır almaz çözüm süreci mekanizması kurarak bizzat yönetme kararı verdiğim hepimizin çok önem verdiği bir süreçtir, bunu sabote etmeyin dedik. Tezkereye gideceğiz, tezkerede çok açık bir şekilde zalimlerin hepsinin oluşturacağı tehlikeye karşı mazlumları koruma kararı aldık, elimizden geleni yapma kararı aldık. Tezkereye hayır demeyin dedik.

Şimdi bakınız HDP’nin tutumu ne oldu? Önce çözüm süreciyle Kobani’yi irtibatlandırarak bize şantaj yapmaya kalktılar. Çözüm sürecinin bir şantaj aracı olarak kullanılmasına izin vermeyiz. O zaman söyledik, şimdi bir daha söylüyoruz; çözüm sürecinde samimilerse bunun tarafları ve atılacak adımlar Türkiye’dedir ve Türkiye patentli bir süreçtir çözüm süreci. Dışarıdaki hiçbir olayın bununla ilişkisi yoktur. Ayrıca, Kobani’ye nasıl yardım ederiz diye sorarsanız oturup konuşuruz. Kobani bize tarihin bir emanetidir. Ama çözüm sürecinin bir şantaj aracı haline getirilmesine izin vermeyiz. Dün bölgeden gelen oda ve sivil toplum temsilcilerinin hepsi hemen hemen çözüm sürecini devam ettirme irademizden memnuniyetlerini ifade ettiler. Çözüm süreci kararlılıkla sürdürülecek. Ama kimsenin bunu bir şantaj aracı olarak kullanmasına izin vermeyeceğiz. Önce bu bağlantıyı kurdular, sonra da tezkereye hayır dediler. Hayır derken de aslında şunu demiş oldular: Türkiye, Kobani’ye girmesin. Bunu da ifade ettiler, PYD’nin oradaki temsilcileri de, onlar da. Peki ne yapmamız isteniyor? Mültecileri alıyoruz, insani yardımı Kobani’den ve Haseke’den ve diğer yerlerde ne kadar insani yardım varsa gönderelim diyoruz. Müdahale edilmesini de siz istemiyorsanız ne istiyorsunuz? İstediğiniz şey kargaşa çıkarmaksa buna da izin verilmeyecek. İstediğiniz şey, Türkiye’yi uluslararası alanda zor durumda bırakmaksa, Türkiye geçmişte çok test edildi. Uluslararası alandan gelecek hiçbir baskıyla hiçbir adım atmadığımızı cümle alem bilir. Biz kararları Ankara’da alırız, adımları Ankara’da atarız.

CHP’nin tutumu ne oldu? CHP’nin tutumu da; eğer tezkerede Esad varsa biz yokuz dediler. Nedense Kılıçdaroğlu’nun Esad’ı koruma altına alma gibi bir gayreti hep oldu. Zulümleri Suriye rejimi yapmışsa, kimyasal silah da kullanmışsa, scud füzesi de kullanmışsa eyvallah dediler, ama ona dokundurtmadılar. Şimdi iki partinin savunduğu iki argüman var. Birisi; Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiği argümanı ve bu argümanı da bir tahrik aracı olarak kullandılar. Önce HDP bölgede bunu yaydı sosyal medya üzerinden, sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı bunu destekleyici provokatif tweet’ler attı. Kılıçdaroğlu da olaylar tırmandığı zaman, bakın çok dikkat çekicidir; bir ana muhalefet partisi lideri olarak, bu ülkenin huzurundan sorumlu anayasal konumu olan birisi olarak utanç verici bir tavır sergiledi. Öncesi sureti haktan görünüp herkes sakin olsun dedi, sonra da bütün bunların sorumlusu IŞİD’e destek veren Hükümettir yani. Yani aslında o provokatörlerin argümanlarına katkı sağladı, o argümanları destekledi. Sokakta olanlara dedi ki, o sosyal medyada yapılan kampanyalar doğrudur, Türkiye IŞİD’e destek veriyor, bu şiddeti devam ettirin mesajı gönderdi. Dünyaya bizi şikayet etmeye kalktı. Bu nasıl bir sorumsuzluktur. Güvenlik güçlerimiz alanda bu kara propagandayla mücadele edip şiddete karşı direnirken Ana Muhalefet Partisi Lideri o kara propagandaya malzeme taşıdı. Şimdi bir kez daha söylüyorum; Türkiye, IŞİD’e de, Esad’a da karşıdır ve karşı olmaya devam edecektir. Esad’a da, IŞİD’e de karşı olmamız yanında bu zalimce yapılan zulümler karşısında mazlumların da yanındayız. Peki, Kılıçdaroğlu bugün aynı netlikte biz IŞİD’e de, Esad’a da karşıyız diyebilecek mi? Onların zulümlerine de aynı ölçüde karşıyız diyebilecek mi? HDP diyebilecek mi? Esad’ın zulümlerine karşı mazlumları koruduğumuz için Dışişleri Bakanlığı dönemimde bana sayısız gensoru verdiler. Bütün meseleleri Suriye rejimini ve Esad’ı korumak. Niye biliyor musunuz? Zihniyet aynı zihniyet; Esad Arap BAAS’ı, CHP Türk BAAS’ı, HDP de Kürt BAAS’ı. Bunların zihninde hiçbir zaman demokrasi olmadı, hiçbir zaman insan hakları olmadı. CHP’ye fırsat verseniz, tek tipçi, statükocu, ideolojik bir devlet kurar aynı Esad’ın Suriye’si gibi. HDP’ye fırsat geçse ellerine, bakın işte AK Parti binalarına, diğer parti binalarına saldırdıkları gibi Güneydoğu Anadolu’da kendilerinden farklı düşünen, bırakın partiyi farklı düşünen Kürt bırakmazlar. Bu bölgedeki Kürtlerin özgürlüklerinin en büyük düşmanı böyle Kürt BAAS’ı zihniyetiyle davrananlardır. Hem Türkiye’de zulmederler, hem dışarıda. Gidin Kobani’deki, Haseke’deki halka sorun, kendileri gibi düşünmeyen Kürtlere PYD’nin nasıl zulüm ettiğini. 3 gün, 4 gün bütün o güzelim şehirleri, o tarihi şehirleri talana, yangına boğanlar BAAS zihniyetiyle hareket edenlerdir. Yani Esad Şam’a nasıl bakıyorsa, onlar da neredeyse bizim ülkemizdeki şehirlere öyle bakıyor ve bizim dışımızdaysa yakarız-yıkarız diyor. Yaktırmayız-yıktırmayız. Yakılanı yeniden inşa ederiz, yıkılanı yeniden ihya ederiz; aramızdaki fark bu.

Şimdi Dersim’i bile eleştiremeyen CHP, tabii ki Esad’ı eleştiremez. Çünkü zihniyet aynı zihniyet. Bu ülkeyi bu tür tek tipçi, statükocu, baskıcı siyasi akımlara teslim etmeyeceğiz. 2015 seçimlerine kadar da hem kamu düzenini koruyacağız, hem inşallah 2015 seçimlerinde Türkiye’nin her köşesinden yeniden seçilerek bu Meclis’in çatısı altında yeni Türkiye’yi inşa etme faaliyetine devam edeceğiz.

Bakınız ben elinde ispatı olan varsa getirsin diye meydan okudum IŞİD’e Türkiye’nin desteği konusunda. Böyle bir destek yok. Birileri yanıltmak için düzmece birtakım şeyler çıkarabilirler. Dün Genel Başkan Yardımcıları bir Adana Savcısı ki hatırlarsınız bu milletin, bu devletin İstihbarat Teşkilatına karşı operasyon yapma ihanetini gösterenlerin belgelerini dün onu gösterdiler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İstihbarat Teşkilatının taşıdığı yardım malzemelerini sanki teröristlere yardım gibi göstermeye çalışan o belge aslında şunu da ortaya koydu ve hakkında gerekli tahkikatlar da yapıldı. Dün o bölgeyi göstererek aslında CHP ve Kılıçdaroğlu ellerine ne tutuştururlarsa onu gösterdiklerini ortaya koydular. Paralelciler onların eline neyi tutuşturuyorsa onu gösteriyorlar. Buradan Kılıçdaroğlu’na sesleniyorum; kendiniz olun, kendiniz olun, bir kere de kendiniz olun. Türkiye’nin dışarıdan birtakım propagandalarla Türkiye’ye yönelik suçlamaları kullanmayın, paralelci çetelerin sizin elinize tutuşturduğu belgeleri kullanmayın. Geçmişte CHP darbecilerle işbirliği yaparak iktidara gelmeye çalıştı, cuntacılarla 27 Mayıs’ta, daha sonraki dönemlerde. Şimdi de paralelci vesayetle siyasi güç oyununa girmeye kalkışıyorlar. O gösterdikleri belge aslında bir ihanet belgesidir. Bu konularda bizim tutumumuz kesinlikle hakkın, mazlumun yanında olan bir tutumdur. Suriye’ye bakışımız da açık ve nettir. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Suriye’de ve dünyada kim olursa olsun zulüm yapanın karşısında olacağız, mazlumun yanında olacağız. Zulüm yapanın da etnik kimliğine, mezhebine, dinine bakmayacağız, mazlumun da bakmayacağız. Kobani’deki kardeşlerime de sesleniyorum. Sizlerin de, Suriye’deki bütün mazlumların da, dünyadaki bütün mazlumların da hamisi gerektiği anda biziz. Elimizden gelen her türlü imkanla mazlumların yanında olduğumuza Allah da, tarih de, insanlık da şahittir. Biz Kürtlerin de, Türkmenlerin de, Arapların da ve Suriye’deki bütün kardeşlerimizin de istedikleri, talep ettikleri anda bir emniyet ülkesi, onlara sunulan bir emniyet alanı, güvenli ülke olmaya devam edeceğiz.

Suriye’ye dönük çalışmalar konusunda da tutumumuz açıktır. Biz tek boyutlu ve tek bölgeye inhisar eden, dayanan politikaları doğru görmüyoruz. Diyoruz ki; Suriye’de 3,5 yıldır devam eden zulüm bitmedikçe, o zulmün müsebbipleri adaletin karşısına çıkarılmadıkça, Suriye’nin her bir köşesindeki mazlumlar kendi evlerine dönmedikçe Suriye’de kalıcı bir barış sağlanamaz. Bunun da olması için Türkiye’nin katkısı ne kadar önemli, herkes tarafından zikrediliyor, bunun da olması için Suriye’de mazlumların sığınabileceği güvenli alanların oluşması, bakın tampon bölge demiyorum, bilhassa öyle demeye çalışıyorlar, herhangi bir askeri tanımlama kullanmıyorum, mazlumların, mültecilerin sığınacağı güvenli bölgelerin oluşması şarttır. Suriye rejiminin zulümlerden kaçan insanları havadan bombalamasına sebep olacak şekilde bir politika takip etmesini engellemek için uçuşa yasak bölge ilan edilmesini talep ediyoruz. Bunları da çok açık yüreklilikle talep ediyoruz. Bunları da çok açık yüreklilikle talep ediyoruz. İstediğimiz ve gelecek perspektifi olarak görmek istediğimiz husus, kendi içinde bütün etnik ve mezhebi kesimleriyle, dini kesimleriyle barış içinde bir Suriye, komşularıyla barış içinde bir Suriye. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, kimseyle herhangi bir güç mücadelesi içine de girme niyetimiz yok. Ancak, 911 kilometrelik sınırımızda barış istiyoruz, huzur istiyoruz, sükun istiyoruz.

Türkiye’ye dönük olarak, Türkiye topraklarına dönük olarak herhangi bir tehdit söz konusu olursa da, bu tehdidin kaynağı kim olursa olsun hiç gözünün yaşına bakmayız, aynı anda cezalandırırız, tezkerenin esası da budur. Çünkü Türkiye’nin istikrarı ve huzuru sadece Türkiye için lazım değil gördüğünüz gibi değerli arkadaşlar, çevredeki dost ve kardeş halklar da Türkiye’nin istikrarına bakıyorlar, Türkiye’nin huzuruna bakıyorlar.

Geçen sene 17 Aralık sonrası gelişmeler yaşandığında dost, gönül coğrafyamızdan bir kanaat önderinin söylediği şu söz hala kulaklarımdadır: Eskiden bize bir şey olduğunda nasıl olsa Türkiye var, yardımımıza koşar diyorduk. Bugünlerde ciddi kaygılar içindeyiz, ya Türkiye’ye bir şey olursa biz ne yaparız? Türkiye kendisinden merhamet ve şefkat isteyen herkes için bir ana kucağıdır, bir ata dostudur. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerektiğinde şefkati, gerektiğinde kudreti gösterecek kabiliyete, imkana sahiptir. Bizler şefkatli ve kudretli bir devleti idare etmenin onurunu taşıyoruz, bunun da gereğini yaparız.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken bu hafta sonu son derece önemli bir olaya daha şahitlik ettik, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK seçimleri yapıldı. Ben kongre konuşmamda da hatırlayacaksınız yargının restorasyonu derken, adaletin her şeyin temeli olduğunu anlatmış ve adaletin olmadığı yerde devletin de, huzurun da olmayacağını vurgulamıştım. Ve oradan hakim ve savcılarımıza bir çağrıda bulunmuştum, demiştim ki, yargı bağımsızlığı demokratik bir siyasal sistemin ana unsurlarındandır. Bunda kimsenin şüphesi yoktur, yargı bağımsızlığına saygımız her zaman bakidir. Ama yargının kendi içinde herhangi bir vesayetin parçası haline gelmemesi ve yargının tek bir grubun, şu veya bu grup, şu veya bu ideolojik çevrenin tesiri altına girmemesi de yargı bağımsızlığının ana unsurlarından biridir.  Ve bir çağrıda bulunmuştum değerli hakimlerimiz ve savcılarımız diyerek, kendi vicdanınıza sorun ve kendi vicdanınızla hükmedin. Kesinlikle HSYK’yı tek bir grubun eline teslim etmeyin, öyle bir teslimiyet olursa en büyük zararı siz görürsünüz.

Şimdi memnuniyetle görüyorum ki, HSYK seçimlerinde hakimlerimiz, savcılarımız hür iradeleriyle çok özgür bir ortamda kendi tercihlerini yaptılar; her birini tebrik ediyorum. Türkiye’de yargı bağımsızlığının önemli eşiklerinden biri gerçekleşmiş oldu. Çünkü demokrasinin şartı, özgür bir yargının, bağımsız bir yargının oluşmasıdır, vesayetten uzak bir yargının.

Bakınız, geçmişte Osmanlı döneminde de oldu, yakın siyasi dönemimizde de, yargı ne zaman bürokrasinin bir kesimiyle vesayet ilişkisine girmişse darbelere meşruiyet kazandırıldı, 27 Mayıs, 12 Eylül yargısı, 28 Şubat yargısı, hani brifing alan yargı hepimizin bildiği şeylerdir. Ha bir yere gidip brifing almışsınız, ha yargının parçası olmayan bir yerden talimat alınmış, bunlar aynı.

Bizim tek bir arzumuz vardı, vesayetten kurtulmuş yargı. Said-i Nursi’den Nazım Hikmet’e, rahmetli Adnan Menderes’ten rahmetli Necmettin Erbakan’a, Necip Fazıl’dan Şeyh Said’e, Deniz Gezmiş’ten Seyit Rıza’ya, İskilipli Atıf Hoca’ya kadar yargının vesayet altına aldığı şu veya bu görüşten, şu veya bu inançtan, şu veya bu mezhepten onlarca önemli kanaat önderini biz bu topraklarda kaybettik, sizi buraya tıkan irade böyle istiyor diyen yargılar gördük. Şimdi de demek istiyorlardı ki bazıları, sizi buraya getirip hakim ve savcı yapmak için kadroları oluşturanlar böyle istiyor diye talimat vermeye kalkanlar oldu.

Şimdi ben Türk yargı bağımsızlığı açısından tarihi bir sınavdan geçildiği ve en doğru zeminde doğru bir sürecin işletildiği kanaatindeyim. Bu sebeple de bütün yargı camiasını bir kez daha tebrik ediyorum. Onların gösterdikleri ihtimamı hepimizce özenle korunacağını da bilmelerini istiyorum. Yargının hak ettiği saygınlığa ulaşması demokrasimizin de, devletimizin de, toplumsal huzurumuzun da en önemli teminatıdır.

Nihai olarak şunu söylemek istiyorum, hiç kimsenin şek ve şüphesi olmasın, Türkiye 21. yüzyılın yükselen gücüdür.

Bakın, dün gece Dışişlerimizle New York’ta sürekli temas halindeydim, Perşembe günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi seçimleri olacak, inşallah tekrar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne daimi olmayan üye statüsünde seçileceğiz. Eğer seçilirsek, ki büyük ihtimalle seçileceğimizi ümit ediyoruz, eğer seçilirsek, ilk defa dünyada 5 yıldan aradan sonra bir ülke tekrar seçilmiş olacak, bu da Türkiye’nin önemini gösteren bir şey.  Biz Türkiye’yi dünyanın her zeminde temsil etmeye, en güçlü şekilde hakkın, hukukun, uluslararası barışın sözcüsü olmaya devam edeceğiz.

Bu sabah TANAP’ın bir aşamasını daha geçtik. Türkiye önümüzdeki dönemde enerji koridorlarının merkezi olacak, ulaştırma hatlarının merkezi olacak, kültür ve medeniyetlerin buluştuğu büyük bir kültür havzası olacak, bundan hiç kimsenin şek ve şüphesi olmasın. Birileri tuzak kurar, birileri vizyon kurar, biz vizyon kuruculardanız, vicdan kuruculardan olmaya devam edeceğiz.

Bu yolda bu çaba içinde gayret sarf ederken şehit düşmüş bütün kardeşlerime, güvenlik görevlilerimize bir kez daha rahmet diliyorum.

Evvelsi gün helikopter kazasında kaybettiğimiz askerlerimize, trafik kazasında kaybettiğimiz polislerimize de rahmet diliyorum.

Yol hayır, yolcu hayır, istikbal hayır, bu hayırlı yolun hayırlı yolcularına selam olsun.

Allah’a emanet olun.

dbLogoBeyaz doçent copy
akp

© 2024. Tüm Hakları Saklıdır. Sitede bulunan hiçbir materyal izinsiz kullanılamaz.